Hayli basite indirgeyerek denebilir ki, bugün devletlerin izledikleri dış politikaları açıklayan, esas olarak iki yaklaşım vardır.
Realist yaklaşıma göre, uluslararası düzenin esas oyuncuları devletlerdir. Devletlerin temel hedefi egemenliklerini korumak ve ulusal çıkarlarını gerçekleştirmektir. Bu amaca ulaşmak için kullandıkları esas araçlar da ekonomik ve askeri güçtür ("sert güç").

İdealist yaklaşıma göre ise, uluslararası düzenin oyuncuları yalnızca devletler değildir; uluslaraşırı şirketler ve hükümetler dışı örgütler de giderek önem kazanmaktadır. Devletlerin özellikle ekonomik alanda karşılıklı bağımlılıkları artmaktadır. Uluslararası ilişkiler evrensel hukuk ve ahlak kurallarına dayanmalı, askeri güç kullanımı yerini diplomasiye bırakmalıdır. Ülkelerin ulusal çıkarlarının gerçekleştirilmesinde, "sert" (ekonomik ve askeri) güç kadar, "yumuşak" gücün (uluslararası saygınlık ve itibar) de ağırlığı vardır. İyice özetlersek: İdealizm uluslararası ilişkilerin ahlaki ilkelere dayanması gerektiğini söylerken, realizm güç politikasına ve ulusal çıkarlara vurgu yapar.

Globalleşen dünyamızda bugün hemen bütün devletlerin, ulusal çıkarlarını gerçekleştirmek için realist ve idealist yaklaşımların bir karışımını uyguladıkları söylenebilir. Türkiye de buna bir istisna değildir. Evet, Ankara'nın kendi iç uyuşmazlıklarının hallinde evrensel hukuk ve ahlak kurallarına dayalı bir yaklaşımı benimsediği kesinlikle söylenemez. Ama AKP iktidarı altında Ankara "yumuşak" gücüne, dünya ve özellikle demokratik ülkeler kamuoyu önündeki imajına, saygınlık ve itibarına, başka ülkelere esin kaynağı olmaya, uluslararası sorunların diplomasi yoluyla çözülmesi için "kolaylaştırıcı" olmaya eskisine nazaran çok daha büyük bir özen göstermektedir. Bu da, AKP iktidarının takdire şayan yönlerinden biridir.

Ne var ki AKP hükümeti son yıllarda özellikle Afrika politikasında "yumuşak gücü" bir kenara bıraktığı izlenimini veriyor. Bu izlenimi doğuran olaylar şunlar: Sudan'da askeri bir darbeyle iktidara gelen Ömer Hasan El Beşir yönetimi, Darfur eyaletinde Arap olmayan Müslümanlara karşı bir etnik temizlik politikası uyguluyor. Bu politika 200 binden fazla insanın ölümüne, 2 milyondan fazlasının komşu ülkelerde mülteci durumuna düşmesine yol açtı. Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin savcısı geçen temmuz ayında bu suçları nedeniyle El Beşir'in tutuklanmasını talep etti.

Başbakan Erdoğan Nisan 2006'da Sudan'ın başkenti Hartum'da Arap Birliği toplantısına gözlemci olarak katıldıktan sonra Darfur'a da gitti ve orada, İslam dininin "kabileciliği ve kavmiyetçiliği" reddettiği gerekçesiyle, Darfur'da "asilimasyon ve soykırım" olamayacağını söyledi. El Beşir'e gösterilen itibar bununla kalmadı. El Beşir Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından geçen Ocak ayında Ankara'da, bu Ağustos ayında da İstanbul'da ağırlandı.

Robert Mugabe, Zimbabve'nin iktidara seçimle gelip anayasayı değiştirerek diktatörlüğünü ilan eden devlet başkanı. 1982 - 87 yılları arasında muhalif bir kabileye mensup 200 bine yakın insanı öldürmekle ve halkını açlığa sürükleyen bir baskı rejimini yönetmekle suçlanıyor. Uluslararası insan hakları örgütlerine göre dünyanın en zalim diktatörlerinden biri. G - 8 ülkeleri geçen temmuz ayında Mugabe yönetimini tanımadıklarını ilan ettiler. Aynı Mugabe'nin 25 Eylül günü New York'taki Türk Kültür Merkezi'nde verilen akşam yemeğinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile aynı masada boy gösterdiğine tanık olundu...

Türkiye elbette ki ulusal çıkarları gereği rejimlerini tasvip etmediği ülkelerle ilişki kuracaktır. Ancak bunun bazı ahlaki sınırları olmalıdır. AKP hükümetinin Afrika'ya açılma, ekonomik ilişkileri derinleştirme politikası yerinde bir politikadır. Ancak bu açılma dünya kamuoyu gözünde Türkiye'nin itibarını iki paralık etme pahasına olacaksa, eksik olsun. Ulusal çıkarın her şeyden önce ülkenin saygınlığının ve itibarının korunmasından geçtiği unutulmamalı.

 
Kaynak: Zaman