Lübnan'daki şiddet Hizbullah'ın zaferi olarak nitelenmesi gereken bir durumla son bulurken Bush, Kaide, Hamas ve Hizbullah'ın yenileceğini duyuruyordu. Kaide yenilgiye uğratılmıyor, Hizbullah da Lübnan'da Hamas'ın Gazze'de kazandığı kadar mutlak bir iç savaş zaferi kazandı
Bu haftanın en kötü yanının ne olduğundan emin değilim. Lübnan'da yaşamak mı? Yoksa ABD Başkanı George W. Bush'un rezil sözlerini okumak mı? Birkaç kez kendime şu soruyu sordum: Sözler anlamlarını mı yitirdi?
Konuya Beyrut'taki Cocteau Restoran'taki öğle yemeğiyle girelim. Burası ismini (Fransız yönetmen) Jean Cocteau'dan alan, şehirdeki en şık mekânlardan biri. Masalarda harika çiçekler, kusursuz bir hizmet ve muhteşem yemekler bulursunuz. Önceki gün buranın sadece 20 metre ötesinde, Sodeco'da bir çatışma yaşanmıştı.
İç savaşın canavarları fışkırdı
Lübnan hükümetinin fiilen çökmesi, Hizbullah'ın zaferi olarak teslim etmemiz gereken durum karşısında Sünnilerin (ve Suudilerin) küçük düşmesi (Bush'un bunu anlamasını beklemeyin) ve daha fazla sokak çatışması tehlikesi yüzünden zaten endişeliydik. Bu haldeyken 10-12 milisin orduya teslim edilmeden önce ele geçirilip öldürüldüğü Kuzey Lübnan'daki küçük çaplı katliamın konusunu açtım. Milislerin cesetleri ölümlerinin ardından parçalanmıştı.
Solumdaki şık bayan "Bunu hakettiler" dedi. Şoke oldum, sarsıldım, iğrendim, derin bir üzüntü duydum. Böyle bir şeyi nasıl söyleyebildi? Fakat burası Lübnan ve geçtiğimiz birkaç günde çok sayıda insan -benim hesabıma göre 62 kişi- öldürülürken, iç savaşın toplu mezarlarına gömülen bütün canavarlar da topraktan fışkırdı.
Menüden dana eti seçip, buna aceleyle karar verdiğim için bir huzursuzluk yaşarken, Lübnanlı dostlarıma (benim için hepsi değerlidir) ülkelerinde ne kadar çok öfkeye tanık olduğumu anlatmaya çalıştım. Üç gün önce Abed beni arabayla Lübnan'ın kuzeyine götürdüğünde, Trablusşam'da duvarlara kurşun yağıyordu ve Suriye sınırındaki gümrük yetkililerinden biri benden kendisi ve arkadaşlarıyla kalmamı istedi, zira hepsi korku içindeydi. Ben de yanlarında kaldım. Şimdi sağ salimler.
Ancak yanlış dinden olmak
birdenbire yeniden can alıcı hale geldi. Şoförünüzün kim olduğu, evsahibinizin hangi dinden olduğu ansızın son derece önem teşkil etmeye başladı. Dün sabahsa (burada sonunu anlatarak hikâyeyi mahvediyorum) denize bakan apartmanımın çevresindeki okullar yeniden açıldı, bisikletini deniz kenarına doğru süren çarşaflı bir kadın gördüm ve Beyrut havaalanı yeniden açıldığından seyahat acentamdan Avrupa'ya bir sonraki yolculuğum için telefon geldi; anladım ki, Lübnan 'normale dönmüştü'.
Yollar yeniden açıldı, maskeli silahlı adamlar ortadan kayboldu, hükümet de Hizbullah'la sürtüşmesini bıraktı ki, Beyrut havaalanının Şii Müslüman güvenlik şefinin (bana bir yıl önce bir şişe şampanya satın alan bu şahıs Hizbullah 'ajanıymış', peh!) açığa alınması ve
Hizbullah'ın gizli telekomünikasyon sisteminin kapatılmasına yönelik resmi talebinin geri alınması hükümetin başarısızlığının nihai göstergesi. Böyleyken gazetemi açtım ve ne göreyim?
Bush, Kudüs'te 'Kaide, Hizbullah ve Hamas'ın yenileceğini, bölgedeki tüm Müslümanların teröristlerin vizyonunun boş, davalarının adaletsiz olduğunu kabul ettiğini' duyuruyor.
Bu delilik nerede son bulacak?
Sözcükler anlamlarını nerede kaybediyor? Kaide yenilgiye uğratılıyor değil. Hizbullah'sa Lübnan'da en az Hamas'ın Gazze'de kazandığı kadar mutlak bir iç savaş zaferi kazandı. Afganistan, Irak, Lübnan ve Gazze'nin hepsi tam bir felaket ve bu budala, aptal, zalim adam yine tüm dünyaya yalan söylüyor.
Bush, 'Kut ül-Amare Lordu' Tony Blair'le (eski Britanya başbakanı) 'kapalı toplantı' yapıyor ki, bu şahıs herhangi bir Ortadoğu 'barışını' idare etmeye son derece uygunsuz biri ve muhtemelen toplantının 'kapalı' yapılması bundan kaynaklanıyor. Sonra da dünyaya İsrail demokrasisini övüyor. Sanki Filistinliler nesillerdir kendilerine ait olan toprakları gasp etmeyi sürdüren bir demokrasinin faydalarını görüyormuşçasına...
Gerçekten şunu kabul etmek zorunda mıyız? Bush bizlere "BM'nin rutin biçimde, Ortadoğu'daki en özgür demokrasiye karşı dünyadaki herhangi bir ülkeden daha fazla insan hakları kararı çıkarmasını bir utanç kaynağı olarak görüyoruz" diyor.
ABD generalleri seviyor!
Gerçek şu ki, ABD'nin Filistin toprağı çalması için İsrail'e sınırsız izin vermeye devam etmesi utanç kaynağıdır. Bu nedenle BM'nin Amerika'nın bölgedeki tek gerçek müttefiki aleyhine insan hakları kararları çıkarması Washington için bir utanç kaynağı olmalıdır.
Peki Washington yaşadığım ülkede neler yapıyor? Üst düzey generallerinden birini Lübnan ordusu komutanıyla görüşmek için gönderiyor, Lübnan hükümetine desteği bıraktığı sinyalini verircesine. Amerikalılar ayrıca Lübnan ordusu için daha fazla ekipman vaad ediyor.
Ortadoğu orduları için hep daha fazla ekipman, daha fazla silah, daha fazla mermi derken, yine de söylemem gerekiyor ki, (gene ordulardan hoşlanmadığımı da tekrar ediyorum) Lübnan ordusu tüm hafta boyunca bizleri kurtardı. Genelkurmay Başkanı Michel Süleyman böylece Lübnan'ın bir sonraki devlet başkanı olacak ve Amerikalılar onu destekleyip, hep olduğu gibi görevdeki bir generalle güvende hissedecekler.
Süleyman'ın Şam'la arası iyi
Fakat ben o kadar emin değilim. Süleyman'ın Şam'la arası iyi. Askerlerini Hizbullah'a karşı Amerikan yanlısı bir savaşa sürüklemeyecektir. Ayrıca Lübnanlılar Bush'un 'dünyadaki teröre' karşı delice 'cihadına' katılmayacaklar.
Bu hafta Kuzey Lübnan'da hoş bir an yaşandı; kontrol noktasındaki Lübnanlı bir asker arabanın içinde beni fark edip, yola doğru koştu. "Siz, Robert Beysiniz" diye bağırdı. "Sizi televizyonda gördüm. Kitabınızı okudum" diyerek, geçiş işareti verdi. Bu adamı sevmek zorundaydım. Onun Lübnan için savaşacağını düşünüyorum. Ancak Amerikalılar için savaşacağına inanmıyorum.
Kaynak: Radikal