Müslümanlar modern dünyayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştıklarında kendi dillerini kurma gibi bir çaba içine girmiyorlar. Bu yüzden kavramları kolaylarına geldiği gibi kullanmaktan çekinmiyorlar. Çoğu zaman "din, şeriat, millet ve ümmet", bir bakmışsınız "kavim veya ulus" karşılığında kullanılmıştır. Böyle olunca, zihin temelde milliyetçi ideolojiye uygun çalıştığı halde, söylem düzeyinde kişi milliyetçiliğe karşı olabiliyor.
Modern tarihe ilişkin ve siyasi bir entite olarak "ulus" ve bir ideoloji olarak "ulusçuluk/milliyetçilik" bir inşadır. Söz konusu inşayı yapan ve gerçekleştiren asıl aktör devlettir. Modern tarihte önce devlet teşekkül ediyor, sonra kendine bir ulus inşa etme işlemine girişiyor. Devlet bu işlemde hukuk, eğitim ve ekonomiyi etkili araçlar olarak kullanır.
Elbette ki inşa çabası, sadece modern zamanlardaki milliyetçi ideolojiye veya modern devlete has değildir; İslam'da da bir inşa çabasından söz etmek mümkündür. Son tahlilde ümmet de, bir inşadır; fakat ulus devletin yöneldiği inşa ile ümmetin gerçekleştirmeyi hedeflediği inşa arasında çok önemli bir fark var. Ulus devlet, ilerlemeci bir tarih görüşünden hareketle, geçmişte teşekkül etmiş olan belli başlı tabii ve sosyal realiteleri, entitileri bastırıyor, bunları kaçınılmaz bir biçimde dönüştürüyor ve ancak bu şekilde kendini var kılabiliyor. Ümmetin inşaında ise, tarihi ve sosyal realiteler veri olarak kabul ediliyor, varlıkları/hakikatleri inkar edilmiyor, büyük bir kubbe gibi onların üzerine oturuyor. Kubbenin fonksiyonu, bastırmak veya inkar etmek, tabii yönelim ve kimlikleri asimile etmek değil, belki tam aksine kendi tabii ve masum sınırları içinde varolmalarını, yaşamalarını sağlayabilmektir. Bu, ümmetin mahiyeti, yani tabiatı gereği çoğulcu olduğunu gösterir. Bundan dolayı, ümmetin inşaında çatışma yoktur; çok tabii bir şekilde takip eden kemal-i seyir vardır.
Kur'an'ı Kerim'de sayısal insan topluluğunu ifade etmek üzere kullanılan beş anahtar kavramdan söz etmek mümkün: Aşiret, kabile, kavil, şa'b/halk ve ümmet.
Aşiret, asgari on kişinin bir araya gelip meydana getirdiği küçük insan topluluğunu ifade eder. Aşirette bir iç dayanışma ve bütünlük vardır; kan ve akrabalık bağına dayanır. Modern devlet, modernliğe adım atmaya başladığı andan itibaren, aşireti gayrimeşru kabul eder. Aşiret, tarihin geri bir safhasında ortaya çıkmış bir kategoridir; geriliği ve geri olanı temsil eder. Dolayısıyla bunun dağıtılması, dönüştürülmesi veya bastırılması lazımdır. Ümmet projesinde ise, aşiret bir realitedir.
Birden fazla aşiretin bir araya gelmesinden kabile meydana gelir. "Kabile"de üzerinde yaşadıkları coğrafi mekân ortaktır. Kabile üyeleri arasında da kan ve akrabalık bağı vardır. Modern sosyoloji perspektifinden baktığımız zaman, bu da tarihsel anlamda geri bir aşamayı temsil eder. Dolayısıyla bunların modernizasyon politikalarına maruz bırakılması, çözülmesi, dağıtılması ve modern kente, modern ulus kategorisine geçilmesi gerekir. İslamiyet, aşiret gibi kabileyi bir realite kabul eder, fakat kabile taassubunun veya kabilenin iç dayanışmasının, temel hak ve özgürlükleri ihlal edici mahiyette gelişmesine izin vermez. Mesela Medine Vesikası, "Hangi kabileye mensup olursa olsun, suçlu(lar) korunmaz", ilkesini getiriyor. Ceza kolektif değil, bireyseldir. Oysa eskiden -Atinalılardan beri- Araplarda ceza kolektifti; kabileden birisi suç işlediği zaman bütün kabile ondan sorumlu tutulurdu.
Birden fazla kabilenin bir araya gelmesinden de kavim meydana gelir. "Kavim"de, ırk birliği ve kan bağı devam etmektedir, ama akrabalık zayıflamıştır; çünkü evlilikler yoluyla insanların sayısı çok artmıştır. Burada da yine coğrafi mekân ortaktır. Örfl ve adetler, teamüller belirgindir, birbirleriyle benzeşmektedir.
İslamiyet, bir kavmin, kavminden dolayı, bir üstünlük iddiasında bulunmasını (kavmiyetçilik veya kavmiyet asabiyeti) hoş karşılamaz; bunu gayrimeşru sayar. Kavimler de birer realitedir; bu sosyolojik realiteleri dağıtmanın, parçalamanın, metazori veya otoriter politikalarla ve modernizasyon politikalarıyla çözmeye kalkışmanın bir anlamı yoktur. Bu türden gayrı tabii müdahaleler çeşitli toplumsal huzursuzluklara yol açar; çünkü bu sayede sadece kavmi çözmekle kalmazsınız, kabileyi, aşireti, aileyi ve ferdi çözmüş; sosyal barışı ve siyasi birliği de dağıtmış olursunuz. Şu anda Türkiye veya İslam dünyasında yaşamakta olduğumuz toplumsal çalkantı ve huzursuzluklar büyük ölçüde bundan kaynaklanmaktadır.
Hucurat suresinde zikredilen "şa'b ve şuub" yani "halk ve halklar", birden fazla kavmin bir coğrafi mekanda bir araya gelmesi, bir toprak parçası üzerinde birlikte yaşama iradesini göstermeleridir. Halk, kavimleri, kabileleri, aşiretleri ve geniş aileleri ihtiva ve ihata eder. Halk'ı aşan daha üst örgütlenme biçimi ümmettir.
Ümmet, İslami literatürün merkezi kelimelerinden, anahtar terimlerinden biridir. Batı dillerinde karşılığı yoktur. Yerine, yani kullanımdaki bağlamına göre iki anlamından söz etmek mümkün: İlk anlamıyla ümmet salt olarak "siyasi bir birliği" ifade eder. Müslim, gayrimüslim herkesin içinde yer aldığı, üzerinde konsensüse vardığı bir birlik. Medine Vesikası'nın 2. Maddesinde ümmet şöyle yer almaktadır: "Bu vesikada yer alanlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmettir." Buradaki ümmet, Yahudileri ve Arap yarımadasında bilinen mevali sistemi üzerinden müşrikleri de içine alan, sözleşme ve konsensüsle bir araya gelmiş, bir arada yaşma iradesini ve kararını vermiş bulunan insan topluluğu anlamında kullanılmıştır.
İkinci ve aynı zamanda yaygın anlamıyla ümmet, evrensel İslam cemaati demektir. Aynı Allah'a inanan, aynı Kitabı –Kur'an-ı Kerim- rehber/imam kabul eden ve dünya üzerinde ortak idealleri, karşılıklı sorumluluk ve görevleri olan Müslümanlar birliği. Bunun içine aşiretler, kabileler, kavimler, halklar, ırklar, coğrafyalar, diller girer. Kim Müslüman olmuşsa, İslam ümmetinin bir üyesi olmuş demektir.