Arapların 10 yıldır içinde bulunduğu en kötü paradokslardan biri, İsrail’in barışa kendiliğinden geleceğini zannetmeleri ve Amerikalı ‘ağabeye’ dayanarak kendilerini barış yükümlülüğünden kurtarmaları. Bu ağabeyin İsrail’in çıkarlarına hem gizlice hem de açıkça önem verdiği defalarca görüldü. Barışın yanılgıları ortaya çıktığında ve tekeri işlemez hale geldiğindeyse, Araplar sadece iki Arap ülkesinin İsrail’le barış yapmış olmasının topyekûn barış anlamına gelmediğini, sorunun aslında çözülmediğini anladılar.
Bazı olaylar ve değişimler eş zamanlı gerçekleşti: Filistin ve Suriye süreçlerindeki müzakereler başarısız oldu; İsrail Güney Lübnan’dan çekildi; direniş sürdü; Amerika’nın intifadanın bastırılmasına izin verdiği dönemde (eski İsrail başbakanı) Ariel Şaron sahneye döndü; Amerika’nın 11 Eylül sonrasında tavrı değişti; Irak, İsrail’in konumunu desteklemek için işgal edildi; doğal olarak bu savaşın ve işgalin sonucunda İran güçlendi. Bütün bu değişiklikler sırasında değişmeyen tek şeyse, Arap zayıflık halinin artması ve geri kalmışlıklarının derinleşmesiydi.
Tabii ki çıkarları var
Araplar, Lübnan ve Gazze savaşlarıyla birlikte barış girişiminden önceki döneme götürüldü. Ortadoğu Dörtlüsü’nün meşrulaştırdığı Gazze ablukası esasında dayatılmayabilirdi. Ortadoğu Dörtlüsü şimdi ablukanın hafifletip hafifletilmeyeceği meselesini karara bağlamaya hazırlanıyor. Oysa abluka sadece Hamas’la, onu ilgilendirenlerle veya yaptıklarıyla ilişkili değil. Daha çok insanların hâkir görülmesiyle ilgili. Dahası, ablukanın kırılması meselesinin başkalarından önce Arapların sorunu olması gerekirdi. Arapların bu yönde bir niyeti olduğunu varsaysak bile başarı elde edemediler ve devreye bu kez Türkler girdi.
Türkiye’nin böyle davranmakta bir çıkarı olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet ve öyle olmalı da. Diğer yandan, bölge İsraillilere ‘yeter’ diyecek birilerine muhtaçtı.
Boş sloganlardan, ucuz şamatalardan ve abartılı kuşkulardan uzakta yapılması gereken şey, Arapların İran’ın ve Türkiye’nin rollerini aynı kriterler üzerinden değerlendirip bir karara varması. Zira Araplar Türkiye’nin rolününün olumlu taraflarıyla İran’ın rolünün olumsuz tarafları arasında ayrım yapamazlarsa, sorun kendilerinde demektir.
Eğer İsrail’in yanında duran bir Türkiye’yle kendi taraflarında duran bir Türkiye arasındaki farkı göremiyorlarsa, bu durum Arapları yok olmaya sürükleyen başarısızlıktan başka bir anlama gelmez. Araplar nasıl dost veya müttefik kazanacaklarını bilmiyor.
‘Yeni Osmanlı’ iddiası saçma
Türkiye hiç kuşkusuz son dönemdeki davranışlarıyla kendi çıkarlarına hizmet ediyor. Ancak halifeliği canlandırmaya, Osmanlı İmparatorluğu saltanatının şanlı günlerini geri getirmeye ve hatta Arap dünyasının üzerinde hâkimiyet kurmaya çalıştığı yönündeki şüpheler, Türkiye’nin nerede, hangi çağda ve hangi değişimlerin ortasında yaşadığını idrak edemeyen varsayımlardan ibaret.
Zira Türkiye ne ABD’ye karşı, ne ABD’nin yörüngesinin dışında, ne İran’la koalisyon kurma planları yapıyor, ne de Filistin dosyasını Araplardan teslim almak istiyor. Ayrıca eğer Arap ülkeleri Filistin dosyasının kendi tekellerinde kalmasını istiyorsa, bu konuda bir şeyler yapmaları gerekiyor. Eğer bunu yapamıyorlarsa ve İsrail de onların acziyetini kullanıyorsa, bu işi becerebilen başkalarına da öfkelenmesinler.
Erdoğan Araplar için örnek lider
İran ve Türkiye’nin İsrail’le mücadele etmesinin nedeni, Arapların kendi evlerinde korkunç bir boşluk bırakmış olması. İran bölgede nüfuz elde etmek istediği için direniş yöntemini kullanıyor. Türkiye’yse, ılımlılık yönteminin etkinleştirilmesi gerektiğini düşünüyor. Türkiye’nin yanılgıları yok; Başbakan Tayyip Erdoğan da geri dönen bir halife olma hayalini kurmuyor. Aksine Türkiye başbakanı bölgede kapsamlı,
adil ve daimi bir barışı ülkesinin çıkarına gören her Arap lideri için bir örnek.
Türkiye’nin bölgedeki rolünün başarılı olması Arapların çıkarına. Zira bu rol Arapların kendi hedefleriyle paralel ilerliyor. Eğer Türkiye bölgeye ekonomik ve siyasi istikrar gelmesi arzusunda ciddiyse, Araplara ve hatta Obama yönetimine destek verebilir. İsrail’se temel rolünün bölgeyi zehirlemek olduğunu ispatladı. (Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 17 Haziran 2010)
Kaynak: Radikal