TBMM Başkanı Köksal Toptan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanı Rene Van Der Linden'le yaptığı görüşmede, bir grup bilim adamı tarafından hazırlanan 'anayasa'yla ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğinin, ülkede demokrasi kültürü ve hukukun üstünlüğü anlayışının yerleşmesine önemli katkılarda bulunduğunu belirten Toptan, ülkede son yıllarda kararlılıkla yürütülen reform çalışmalarında, Avrupa Konseyi ilkelerinin rehber olduğunu kaydediyor: "Reform sürecinde Türkiye, Kopenhag Kriterleri'nin yerine getirilmesindeki yasal düzenlemelerde Avrupa Konseyi ilkelerini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarını özenle referans olarak kabul etmiştir. Türkiye yeni bir anayasa yapımında da aynı ilkeler çerçevesinde büyük bir heyecanla anayasa tartışmalarını gerçekleştirmektedir." (Zaman, 15 Ocak 2008.)

     Tabii ki bunlar bilinmeyen şeyler değildi. Meclis Başkanı'nın ağzından bir kere daha dinliyor olmamızın anlamı, yeni hazırlanmakta olan anayasanın referansları konusunda hükümetin ve meclisin ne kadar 'açık seçik kararlara ve kanaatler'e sahip olduğunun bir kere daha teyit edilmiş olmasıdır.

     Anayasa önemli bir metindir, sağlıklı bir metnin ortaya çıkıp 'toplumsal sözleşme' sıfatını kazanabilmesi için 'müzakereci siyaset'in kurallarına riayet edilmesi gerekir. Çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz üzere, iktidar partisi, birkaç akademisyeni bir araya getirip metin hazırlatmakta, sonra bu metni partinin ilgili komisyonlarının mütalaasına sunmakta, derken kamuoyuna "yeni sivil anayasa" olarak takdim etmektedir. Elbette söz konusu metin 1961 ve 1982 metinlerine göre 'daha iyi' olsa bile –ki kuşkusuz öyledir- sadra şifa verecek bir hüviyete sahip değildir. Çünkü anayasaların muhtevalarından önce hangi usuller takip edilerek hazırlandıkları, yani yapılış biçimleri önemlidir. Bu söz konusu anayasa hazırlığına ilişkin yönelttiğimiz en önemli itiraz noktasıdır.

     İkinci nokta, anayasa metninin hareket noktasını teşkil eden paradigmanın salt "liberal felsefe"ye dayanması ve "temel referanslarını AB üyelik sürecine gözeterek seçmiş olması"dır. Bunu metnin hazırlayıcıları defalarca dile getirmişlerdi, TBMM Başkanı bir kere daha aynı şeyleri söylemektedir.

      AB üyelik süreci siyasi ve hatta iç ve dış politikalar müvacehesinde alınmış stratejik bir karardır. Sürecin canlı tutulmasında birtakım politik ve geçici stratejik yararlar olabilir, ama bir ülkenin toplumsal hayatının genelini belli bir hukuki çerçeve içine alacak olan anayasa metninin salt liberal paradigma ve AB standartlarının esas alınarak hazırlanması büyük bir yanlışlıktır.

     Yanlışlığın asıl iktidar partisinin bir türlü farkına varamadığı boyutu, modern siyasi sistemlerde, anayasaların hem toplumsal hayatın bütününü düzenleme istidadına sahip olması hem toplumsal bilumum kültürel kodlarını dönüştürme gücünü kullanmasıdır. Mevcut iktidar, iç siyasi mücadelelerde merkezdeki bürokrasiye, muhalefeti şirretliğe vardıran ulusalcı çevrelere karşı AB üyelik süreci üzerinden avantaj elde edeyim derken, bu ülkenin tarihiyle, referans çerçevesiyle, inancıyla, diniyle ve onu dünyada anlamlı ve güçlü kolan bütün dinamikleriyle bağlarını kopartma istikametinde adımlar atmaktadır. Meclis Başkanı Toptan'ın referans aldıklarını söylediği Avrupa Konsey ilkeleri, AİHS ve AİHM, kendi paradigmatik kaynaklarından hareketle 'bir insan tanımı' yapmıştır, savunduğu hak ve özgürlüklerin kullanımı ya bu tanıma giren insanlara tanınmakta veya uygulandıkları toplumları köklü bir biçimde dönüştürmektedirler.

     Esef verici husus şu ki, birçok karar ve icraatında olduğu gibi yeni anayasa hazırlığı teşebbüsünde de, bugünkü iktidarın önde gelenleri, hakikatte ne olup bittiğini tam olarak bilemeden, onları yakın çevreden yönlendiren ABD-AB lobileri ve hiçbir zaman toplumsal kabul görme şansı olmayan bazı  aydınların derin yönlendirmesi altında sosyo-kültürel kodlarımızı tahrip edecek süreci işletiyorlar.