Türkiye’deki ‘İsrail muhipleri’nin bugünlerde yine ‘Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor mu? Hamas’a, İran’a kefil mi oluyor?’ sorularını gündeme taşımaya çalıştıklarını görüyoruz. Amaçları, ‘en iyi savunma saldırıdır’ düşüncesinden hareketle olsa gerek, köşeye sıkışan İsrail’in üzerindeki baskıyı azaltmak.
Kusura bakmasınlar, Akdeniz’de ‘suçüstü’ yakalanan bu ‘haydut devlet’i demagoji yaparak kurtaramazlar!
İsrail bu olayda, ‘hukuki, siyasi, insani ve medeni’ açıdan ‘savunulamaz’ durumdadır. Bu haydutluk karşısında, hem de Türkiye içinden kalkıp ‘Yarın “Kürtlere yardım” bahanesi altında bazı sivil toplum gemileri İskenderun limanına dayanırsa, hazır bir senaryonuz var mı?’ diye yazabilmek için İsrail kabinesindeki ‘sekizinci budala’ olmak gerekir.
Türk Dış Politikası’nı sekiz yıldır ‘akıllarıyla’ takip edenler, Türkiye’nin aktörlere değil prensiplere bakarak hareket ettiğini görürler.
Bu prensipler temel olarak ‘siyasi diyaloğu kesmemek, herkes için güvenlik, çok kültürlülüğü savunmak, karşılıklı ekonomik bağımlılık yaratılması’dır. Hamas lideri Halid Meşal’in Ankara’ya davet edilmesi de, Irak’taki Sünni Arapların siyasi sürece dahil edilmesi de, İran ile varılan nükleer anlaşma da, Ermenistan açılımı da, Suriye ile gelinen nokta da, Rusya ile vizelerin kaldırılması da, Balkan coğrafyasında AB’nin hayretler içinde izlediği barış hamleleri de bu prensiplerin çizdiği çerçeve içinde gerçekleşmiştir.
Türkiye, 2008 sonunda İsrail’in Gazze’de 22 gün süren bombardımanı sırasında da bu ülkenin Akdeniz’deki son eşkıyalığından sonra da Tel Aviv ile siyasi diyaloğu kesmemiştir. Kuzey Irak yönetiminin PKK’ya açık destek verdiği dönemlerde bile Habur kapısını kapatmamış, Kuzey Irak’ın elektriğini keselim taleplerine karşı çıkmıştır.
İsraillilerden Filistinliler için; Filistinlilerden İsrailliler için, Musul’daki Sünnilerden Şiiler için; Basra’daki Şiilerden Sünniler için ‘güvenlik’ talep etmiş, telkinleri bu yönde olmuştur.
Bütün bunların sebepleri yukarıda sıralanan ‘temel prensipler’dir. Türk dış politikası
sekiz yıldır farklı coğrafyalarda aynı prensipleri uyguluyor.
Yükselen güç Türkiye
Türkiye İran’a mı yaklaşıyor diye kalem oynatanların bölgedeki ‘güç ilişkileri’ hakkında en ufak bir fikirleri olmadığı ortada.
Türkiye’nin, Filistin gibi İslâm dünyasını tamamı
için ‘yüksek hassasiyette’ bir dosyada takip ettiği politikaların İran’ın manevra alanlarını nasıl daralttığını bilenler bilir.
Suriye gibi ‘Ortadoğu’nun en kritik birkaç aktöründen biri’nin Tahran’dan fazla Ankara’nın yörüngesinde olmasının bölgedeki yansımalarını uluslararası politikayı takip eden herkes bilir.
Obama yönetiminin Yakın Doğu politikalarına yön verenler, bu hamlelerin ‘stratejik değer’ini tartmaktan aciz mi? Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede ‘jeopolitik boşluk’ alanlarını ABD’nin tek başına doldurmayacağını görmüyorlar mı ?
ABD, bu bölgede artık Mısır-Ürdün-ve Suud ailesi ile yapabileceği işlerin sınırına dayanmıştır. 40 yıldır bölgede ‘Amerika’nın jandarması’ durumundaki İsrail’in ‘bölgeyi provoke etmek’ ve böylece ‘El Kaide benzeri terör odaklarına meşruiyet sağlamak’ dışında bir misyonu kalmamıştır.
Dünyada esen yeni rüzgârlar egemen güçlerin ‘amiral gemileri’ni alabora ederken Mavi Marmara ve onun temsil ettiği değerlerin
yelkenlerini dolduruyor.
Türkiye’den eğer hâlâ eskiden olduğu gibi ‘ya bu meselelere karışmaması ya da Hüsnü Mübarek’in (Mısır) ya da Mahmud Abbas’ın (El Fetih) davrandığı gibi’ davranması bekleniyorsa, boşuna!
‘Bölgede düzen kurma misyonu bizimdir’ iddiasındaki Türkiye, bu aktörler gibi davranamaz. Artık davranamaz.
Türkiye, 1917’de çekildiği bölgeye yepyeni bir görünümle, yepyeni bir söylemle geri dönüyor. Bu ‘yeni Türkiye’nin koyacağı tavırlar, söyleyeceği sözler akıllı bir küresel güç için büyük
imkânlar sunuyor.
Kaynak: Star