İki senedir en yüksek perdeden AK Parti iktidarının 5 temel sorunla yüz yüze bulunduğunu söyledim ve yazdım. AK Partililer, binbir iftira ve yalan üreterek karşılık vermeye, bu eleştirilerin etkisini küçültmeye çalıştılar. Fakat gelişmeler söz konusu eleştirilerin ne kadar yerinde olduğunu açıkça ortaya koymuş oldu. Önce beş temel eleştiri noktasının ne olduğunu hatırlamakta fayda var:

1) Gelir bölüşümünde adalet sağlanamadı. AK Parti hükümeti, takip ettiği ekonomi politikalarıyla son tahlilde zengini daha çok zengin ediyor. Sıkı usullerle uygulanan IMF politikaları yoksul kesimlerin, çalışanların, çiftçinin, emeklinin, esnafın durumunda herhangi bir iyileştirme meydana getirmedi. Finans sektöründeki hareketliliği reel ekonomiden ayırmak gerekir. Aslolan reel ekonomide yaşanan ciddi sorunlar, vukua gelen büyük haksızlıklardır.

Elimizde somut veriler var. Mesela, Koç Grubu, 2010 hedefine beş sene önce, yani 2005'te ulaştığını açıkladı. Koç Grubu, nasıl bir cennette iş yapıyor ki, servetini katlıyor. Aydın Doğan, bu hükümet döneminde tam 8 kat büyüdü. 2002 yılına kadar Türkiye'den 3 dolar milyarderi vardı, şimdi bunların sayısı 21'e çıktı. Kim ne derse desin, resmi rakamlara göre 19 milyon yoksul ve 1 milyon aç insan var. Çalışan, yani iş bulduğunu söyleyenlerin yarısından biraz fazlası asgari ücretle çalışıyor, yani aylık gelirleri 300 dolardan fazla değil. Bütün çabasını zenginleri daha çok zengin etmesine harcamış olmasına rağmen, Koç Grubunun patronu Rahmi Koç "Bunlar ekonomide iyi, ama başka konularla ilgilenmesinler, eşi başörtülü cumhurbaşkanı seçmeye çalışmak olmaz" dedi. Demek ki, yaranamadılar.

2) Bütün umutlar AB üyelik sürecine bağlanmasına rağmen, Müslümanların temel hak ve özgürlükleri konusunda hiçbir iyileşme meydana gelmedi. Gelmediği gibi daha da kötüleşti. Başörtüsü sorunu, İmam Hatip Okulları, Kur'an kursları ve diğer konularda her zamankinden çok daha büyük sıkıntılar yaşanıyor. 2002 yılında AB'ye destek yüzde 76'lara çıkmış bulunuyordu. Bu aynı zamanda Hükümet'in tutumunun da tasvibi ve bazı beklentilerin ifadesi anlamını taşıyordu. Şunun unutulmaması lazım, eğer bu destek ve AK Parti hükümeti olmasaydı, Türkiye AB üyelik sürecinde bu mesafeyi alamazdı, fakat bu karşılıksız bir destek oldu.

Geldiğimiz noktada şu açıkça ortaya çıktı ki, hükümet AB üyelik sürecini iyi kullanamadı. Müslümanlar 28 Şubat sürecinin akebinde fonksiyonel düşüncelerle AB'yi desteklediler, durumlarında bir rahatlama olma düşüncesini taşıyorlardı. 2002 'de AK Parti iktidara gelince, AB ile olan ilişkilerin her aşamasında sorunları çözülecek, AK Parti bunları gündeme taşıyacaktı. Tam aksine oldu. Yapılması gereken şey, Müslüman cemaat ve grupların temel hak ve özgürlük taleplerini AB üyelik sürecine dahil etmek ve bu konuda ısrarcı davranmak olmalıydı; fakat AK Parti iktidarı Müslümanların hassasiyetlerini sürece dahil etmedi, gündeme bile almadı, AB'den gelen reform paketlerini sorgusuz sualsiz kabul edip geçirdi. İdam cezasını kaldırdı, zinayı yasak olmaktan çıkardı. Süreç eşcinselleri bile kanunların koruması altına alırken dindar kitleleri görmedi bile. Bugün eşcinselliğin aleyhinde yazmak ve konuşmak kanunen suç oldu. Müslüman cemaatlerin bugün AB'ye olan destekleri azalmışsa, bu aslında AK Parti'ye olan umutlarının da azalmasının bir başka yönden göstergesidir. Çünkü bu süreçte AK Parti değil de, mesela CHP veya başka bir sağ parti iktidarda olsaydı, zaten bundan farklı bir sonuç hasıl olmayacaktı, yani onlar da Müslümanların taleplerini dile getirmeyecek, dertlerine tercüman olmayacaklardı. Bu bağlamda AK Parti ile diğer partiler arasında hiçbir fark yoktur, bundan sonra ise AB üyelik sürecinin bir rahatlama getireceği hayalden ibarettir, çünkü şartlar kökten değişti.

 

 

Yasal Uyarı: Dünya Bülteni haber portalında yayımlanan yazarlarımıza ait makaleleri, site yönetiminin izni olmadan kopyalamak veya yeniden yayınlamak yasaktır.