Obama Türkiye'nin AB üyeliğine destek vererek uygunsuz davranmış olabilir, ama Ankara'yı reddetmek kimsenin çıkarına değil.
ABD Başkanı Barack Obama dün Atatürk'ün mozolesindeki ziyaretçi defterine Türkiye ve Amerika arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi umduğunu yazdı. Ama, Obama'nın önceki günkü konuşmasından ABD başkanının istediğinin daha çok Türkiye ve AB ilişkilerinin güçlendirilmesi olduğu anlamı çıkıyor. Bu ikinci dilek, belli bir mesafeden bakınca, daha çetrefilli bir mesele.
Obama'nın pazar günü Prag'da Türkiye'nin AB üyeliği girişimine destek yönündeki kesin ifadesi, Paris ya da Berlin'de pek hoş karşılanmadı. Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Avrupa ailesine girmenin çoğunluğu Müslüman olan 80 milyonluk bu ülkenin alınyazısı olduğu yönündeki fikri kuşkuyla karşılamakta gecikmedi.
AKP'yle ilgili şüpheler var
Obama açısından bir yabancı olarak bu derin sulara dalmak akılsızcaydı. Ve Washington, AB'nin beş yıl önce müzakerelerini başlatma kararı almasından bu yana Türkiye'nin üyelik kriterini yerine getirme konusunda az ilerleme sağladığı gerçeğini kolayca örtbas edemez. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'yla görüşmek üzere Brüksel'e giderek ve tam zamanlı başmüzakereci olarak yakın bir yardımcısını atayarak son aylarda sürece bir parça hayat aşıladığı doğru.
Fakat Ankara'nın Türkiye'yi AB üyeliğine hazırlamak üzere gerçekleştirmesi gereken reformlar hâlâ rafta. Ordunun Türkiye'nin siyasi kurumları içindeki nüfuzu hâlâ güçlü. 'Türklüğe hakaret ettiği' varsayılanlara yönelik yargılamalar devam ediyor. Ve Ankara Türkiye'nin liman ve havaalanlarını Kıbrıs'a açmayı reddediyor.
AKP'yle ilgili şüpheler de var. Türkiye Başbakanı'nın geçtiğimiz günlerde Anders Fogh Rasmussen'in NATO genel sekreterliğine atanmasına yönelik itirazları, Ankara'nın dini siyasete alet etme hevesine dair rahatsız edici bir mesaj verdi. Danimarka Başbakanı'nın Erdoğan'ın gözündeki hatası, 2006'da Hazreti Muhammed karikatürlerinin Danimarka gazetelerinde yayımlanmasını kınamamış olmasıydı. Türkiye'nin IMF'ye olan ihtiyacı, AB'nin böylesine istikrarsızlık potansiyeli taşıyan yeni bir ekonomik ortağı içine alıp alamayacağı konusunda kaygıları gündeme getiriyor.
Ve Obama yine de Türkiye'nin Avrupa ailesine girmesi yönündeki arzuyu vurgulamakta prensipte haklıydı. Türkiye'nin üyeliği Avrupa ve Müslüman dünya arasındaki ilişkiler açısından muazzam bir destek. AB bir anda beyaz, Hıristiyan kulübü olarak görülmekten serbest ticaret yapan demokrasilerin bir ittifakı olarak kabul edilme yönünde bir dönüşüm geçirecektir.
Ve Türkiye'nin çoğu ılımlı Müslümanları, Britanya ve Hollanda'daki gibi ayrılıkçı İslamcılığın yayılmasına karşı konulmasına bile yardımcı olabilir. Şimdiye kadarki sonuçlar umut edilenin altında da olsa, üyelik vaadinin Avrupa'ya Türkiye'de reform için bastırmak yönünde büyük alan yarattığını unutmamalıyız. Süreç neredeyse sonuç kadar değerlidir.
Obama, Ankara'nın AB girişiminin arkasına Washington'ın tam desteğini koyarak bir parça uygunsuz davranmış olabilir, ama bir konuda şüphe duymamalıyız: Kapının Türkiye'nin yüzüne çarpılarak kapatıldığını görmek tek bir Avrupalı'nın bile çıkarına değildir. (Başyazı, 7 Nisan 2009)
Kaynak: Radikal