ABD başkanlığı için Cumhuriyetçilerin adayının John McCain olacağı ve muhtemelen karşısında Barack Obama veya Hillary Clinton'ı bulacağı artık kesinlik kazanmış durumda. İlk bakışta bu yarış özellikle McCain'in Cumhuriyetçi Parti'nin ultra-muhafazakâr ve evanjelik sağ kanadı tarafından giderek sağa çekilmesiyle açık bir seçim yaratıyor.
McCain kendini başta Irak politikası olmak üzere çoğu dış politika konusunda George W. Bush ile yakından özdeşleştiriyor ve istihdam ve sağlık gibi önemli yurtiçi gündem maddelerine çok fazla politik enerji harcamıyor. Cumhuriyetçi Parti adaylığını kazandıktan sonra McCain kasımdaki seçimleri kazanma şansını ciddi şekilde artırmak istiyorsa, bu sağ kanat güçlerinin desteğini kazanmak zorunda kalacak; ancak söz konusu seçmenlerin gidecek başka yeri olmadığından bu mümkün.
Demokrat adayların Amerikan halkını, Bush'un Irak'la başlayan terörizm karşıtı yaklaşımından ayrılmaya hazır, gelecek liderin çelişkili imajıyla temsil ettiği yer Irak'tır. Hem Obama hem de Clinton; yaklaşık bir yıldır Irak'tan aşamalı olarak çekilme, ancak geride Amerikan askerî varlığını bırakma ama bu birlikleri artık askerî operasyonlarda kullanmama taraftarı. Obama, en başından beri savaşa karşı çıkarak Irak'taki savaş karşıtlığı açısından çok daha temiz bir geçmişe sahiptir. Clinton, Bush'a Irak'ta güç kullanma yetkisi vermek için 2003'te oy kullandı ve ilk aşamalarında, savaş Amerikan halkı arasında popüler iken ve İsrail tarafından ateşli şekilde teşvik edilirken savaşa destek gösterdi. İşgalin yürütüldüğü şekli eleştirmeye birkaç yıl önce başladı ve şimdi görünüşte Obama'nınkine benzeyen bir şekilde geri çekilme yaklaşımını savunma noktasına geldi. Savaş taraftarı olduğunda yanıldığını, savaşı desteklemek için oy kullandığını ve daha da önemlisi başlıca dış politika danışmanlarının başlangıçta Irak Savaşı'nı destekleyen ve genellikle askerî gücü kullanmaya hazır 'liberal şahinler' olduğunu kabul etmeye hâlâ isteksiz. Clinton, şimdilerde 2003'te bildiklerine dayanarak savaşın o zamanlar doğru karar olduğunu, ancak 2007'nin değişen koşulları ve işgalin geri döndürülemez beceriksizliği göz önüne aldığında, çekilme kararının şimdi doğru göründüğünü öne sürüyor.
Obama, Irak'tan daha fazla ders çıkarmış gibi
Bence Obama'nın Irak konusundaki açıklığı artı askerî çözümlere daha az tutkun olan ve bunun yerine çok yanlılığı, Birleşmiş Milletler'i ve uluslararası hukuku vurgulayan danışmanlar hem birinci kampanyada hem de sonrasında farklılık yaratıyor. Obama'nın İslam dünyasında düşmanca bir rejimle karşılaştığında ordu seçeneğini seçme ihtimali daha azdır. İran'ın Cumhurbaşkanı Ahmedinejad dâhil Ortadoğu'daki saldırgan liderlerle görüşmeyi teklif ederek, diplomasi açısından yaratıcı bir yaklaşımı şiddetle desteklemektedir. Clinton müzakerenin, karşılılığın ve uzlaşmanın 'yumuşak gücü' yerine güce, mevkiye ve tehdide güvenmeyi öneriyor. Obama 'rejim değişikliği'ni başarmak için Amerikan askerî gücünü kullanmanın, o da olursa, nadiren başarı getirdiğinin çok daha farkında gibi görünüyor. Her bir taraftaki adaylardan sadece Obama bu anlayışa sahip görünüyor. Amerika'nın Vietnam'daki yenilgisinin bu temel dersinin çoğu nüfuzlu Amerikalı tarafından hâlâ öğrenilmediğinin acı ama gerçek olduğu ABD Kongresi'ndeki ve başka yerlerdeki Irak politikası hakkındaki tartışmalardan bellidir.
Bu noktada McCain ve Bush bile ancak kaçamak bir Amerikan 'zaferi' bağlamında olması şartıyla belli belirsiz Irak'tan çekilme taraftarı. Yakın zamanda böyle bir zafer kazanmak yersiz olduğu kadar ihtimal dışıdır. Ülke çapında kamu düzenini sağlayabilecek kapasiteyi gösteren bir Irak hükümetinin ortaya çıkışını gerektirir. Amerikan birlikleri Irak'ta görünebilir ve faal olduğu sürece ve ülkeden tam olarak ayrılacakları süre belli olmadan ülkede kaldıkları sürece bunun gerçekleşme olasılığı neredeyse yoktur. McCain'in çekilme modeli alıkoyulan askerî üsleri dikkatle izlemek ve koşullar kötüleşirse ülkeye olası bir yeniden müdahale gibi görünüyor. McCain'in neşeyle kabul ettiği, yüzyıl boyunca sürecek Amerikan askerî varlığıdır! McCain'e göre bu seviyedeki Amerikan kararlılığının altındaki herhangi bir şey bölgede Amerikan dış politikası felaketi yaratacaktır, bu da kesinlikle kabul edilemezdir. McCain/Bush'a göre Irak'taki yenilgi felaketi terör tehdidini güçlendirecek, El Kaide'yi cesaretlendirecek, İran'a yetki verecek, birçok Ortadoğu devletinin nükleer silah edinme bölgesel yarışını başlatacak, siyasi İslam'ı teşvik edecek ve bölgedeki Amerikan enerji çıkarlarını ciddi ölçüde tehlikeye atacaktır.
McCain, Amerika'nın karşı karşıya olduğu ekonomik zorlukları ele almada Obama veya Clinton'dan daha az donanımlı göründüğünden ulusal güvenliği bir sonraki Amerikan başbakanı için ağır basan zorluk olarak ele alma davasını bastırmaya ve ulusal değerleri yüceltmek için gereken deneyim ve güvenilirliğe sadece kendisinin sahip olduğunu iddia etmeye devam edecektir. McCain'in bu seçim stratejisi sağda hariç başarı getireceğe benzemiyor. Irak politikası, Bush 'dalgası'ndan sonra azalan yaralılara rağmen Amerikan seçmenleri arasında son derece popülarite kaybetmeye devam etmektedir. Vatandaşların % 58'inden fazlası, sonuçlarına rağmen çekilme taraftarıdır ve pek çoğu Irak işgalinde ısrar etmenin kötü etkilerinin, Amerikan ulusal çıkarlarına, bir yıl içinde tamamlanacak aşamalı çekilmeden daha zararlı olacağına inanıyor. Bu bağlamda Demokrat aday her kim olursa olsun makul olarak Irak Savaşı'nı en kısa zamanda sona erdirmenin önemine işaret etmekten öte bir ulusal güvenlik tartışmasına çekilmekten kaçınması ve başbakan olma vasıflarına ilişkin tartışmayı, bugünlerde Amerikan halkına sıkıntı veren politik umutsuzluğu aşma ve ekonomiyi yönetme konularına getirmesi gerektiği açıktır. Geri kazanılan bu güven şüphesiz batan dolara da yararlı olacak ve Irak'taki savaş çabalarıyla ilişkilendirilen ekonomik yükleri derhal ortadan kaldıracaktır.
Irak bir yana Ortadoğu ile ilgili olduğu sürece üç adayın sergilediği yaklaşımlar arasında önemli dış politika farklılıkları yoktur. McCain, bölgedeki Bush yaklaşımını açıkça benimseyen tek olası rakiptir; ancak İran'la ilgili tutumu bu noktaya kadar açıkça ifade edilmemiştir ve bu nokta hayati öneme sahip gibi görünüyor. Hâlâ Bush başkanlığının son aylarında İran'a karşı büyük bir hava saldırısı başlatılacağına dair söylentiler var. İlave Amerikan uçak gemilerinin ve mayın tarama gemilerinin Basra Körfezi'ne konuşlandırıldığına dair dolaşan raporlar var. Başkan Yardımcısı Cheney ile beraber bazı neomuhafazakar danışmanların ve İsrailli yetkililerin İran'ın 2003'te nükleer silah programını durdurduğu konusunda Aralık 2007 Ulusal İstihbarat Tahmini'nin (ABD istihbarat topluluğunun düzenlediği üst düzey rapor) en güven verici değerlendirmesini dikkate almak için arka planda bastırdığı bilinmektedir. Bu saldırı yanlısı grup İran'a yönelik, askerî seçeneği gündemde tutan, çatışmacı bir yaklaşımı canlandırmanın yollarını arıyor. İran'a yönelik böyle bir saldırının tahmini maliyeti: Fırlayan petrol fiyatları, missilleme saldırıları, Hürmüz Boğazı'nın ablukası, zaten aşırı gerilen Amerikan ordusunun daha da gerilmesi, dünya kamuoyunun muhtemel düşmanca tepkisi ve ABD içinde büyük ölçüde muhalefet yüzünden meydana gelmesi mümkün değil gibi görünüyor. Bu saldırı gerçekleşir ve mantıksızlığına rağmen bertaraf edilemezse, Bush başkanlığıyla ilişkilendirilen militarist dış politika türüyle tamamen rahat görünen, 'terörle savaş'ta temel bir unsur olarak önleyici savaşlara ve Amerika'yı güvende tutmak için beraberinde gelen mücadeleye başvuran bir Cumhuriyetçiyle mücadele etmek için savaşçı bir yaklaşımdan acı duyan ve bunu reddeden bir Demokrat'ı çukura çekerek ABD başkanlık kampanyasındaki etkisi belirleyici olacaktır.
Irak ve İran dışındaki pek çok konuda Amerikan Ortadoğu politikasının devamlılığı, Beyaz Saray'ın bir sonraki sakini kim olursa olsun mümkündür. Her şeyden önce ABD hükümetinin İsrail desteği her zamanki gibi koşulsuz devam edecektir, bu da Kudüs'ün, sınırların ve toprakların ve Batı Yakası yerleşiminin geleceği, Filistinli mültecilerin yerleştirilmesi, su hakları ve geçerli bağımsızlık gibi konularda Filistinlilere adil bir çözüm sunmak için Tel Aviv üzerine çok az baskı uygulanacağı anlamına geliyor. Sadece önümüzdeki yıllarda oldukça olasılık dışı görünen, İsrail'de köklü bir politik değişim, Filistinlilere Kudüs'ün paylaşımı dahil eşit bağımsızlığa dayanan barış türünü teklif etmek için hükümeti harekete geçirecektir. Bu arada Gazze'deki insanlık felaketinin bölgede yeni bir çözüm üretebileceği, dahası Filistin topraklarının işgalini sona erdirmek için İsrail üzerinde yeterli baskı oluşturacağı artan bir olasılık olmasına rağmen çatışma yıllardır olduğu gibi azalıp artacaktır. Bir sonraki başkan kim olursa olsun, bazı kırmızı hatlara saygı duyacaktır: İsrail'e eleştiri yok, Pentagon'un savunma bütçesinin boyutuna itiraz etmek yok, serbest ticaret ve düzensiz mali pazarların teşvikiyle ilişkilendirilen pazar tarafından yönlendirilen tahminleriyle ilgili ciddi sorular yok.
Türkiye ile ilişkilerde değişiklik olmaz
Türkiye'de karmaşa çıkmayacağı varsayılarak bir sonraki Amerikan başkanı kim olursa olsun Türkiye ile ilişkilerin olumlu kalması bekleniyor. ABD hükümeti, Türkiye'nin AB üyesi olma arzusunu desteklemeye devam edecektir ve Türkiye'nin 2007'nin sonlarına doğru olduğu gibi Irak'ın kuzey dağlarındaki PKK üslerine karşı sınır ötesi saldırılarını bile kabul ederek gerçek PKK tehditleriyle başa çıkma çabalarına arka çıkacaktır. Bush'ta olduğu gibi yeni Amerikan başkanı İslamî eğilimli olarak ele alınan bir hükümetle olumlu şekilde ilgilenme kapasitesini göstermek için Türkiye'yi kullanacaktır. Mevcut Ankara hükümetinin bu resmî Amerikan anlayışı tehlikeli biçimde yanıltıcıdır; çünkü AKP'nin çabalarının dinine bağlı Müslüman kadınlar açısından laikliğin faydalarını artırarak demokratikleştirme olduğu tekrar tekrar açıkça belli olduğundan aşırı CHP muhalefetinin Erdoğan/Gül'ün bir şekilde laikliğe meydan okuduğu polemik tutumunu dolaylı olarak kabul eder. Türkiye'de neyin tehlikede olduğuna dair Washington'daki bu yanlış anlamanın, başörtüsü takan kadınlara yönelik muameleyle ilgili mevcut krizse, zararlı sonuçları olabilirdi. Yeni Amerikan liderlerinin sadece Türkiye'de demokrasiyi derinleştirme çabalarına destek vermek için, neler olduğunu daha iyi anlaması son derece önemlidir. Hüküm süren süreci daha İslamî yapma meselesi değil, Türkiye'deki demokrasiyi demokrasiyle daha uyumlu hale getirme meselesidir.
Sonuç olarak Irak ve İran'ın çözümlenmemiş durumları dışında şu anda beklenmese de köklü bir şeyler olmadıkça mevcut politikaların Ortadoğu'da sürdürüleceği çok kuvvetli bir ihtimaldir. İşler bazı önemli yeni gelişmeler olmadan ilerlerse, muhtemelen başkan kim olursa olsun bazı küçük değişiklikler yapılacaktır. Örneğin Bush diplomasisinin bazı sivri köşeleri muhtemelen yumuşatılacaktır. Terörle mücadele açısından da çok fazla fark olmayacaktır. Obama bile 'uygulamaya konulabilir istihbaratın' Pakistan'da yüksek değerli El Kaide hedeflerini açığa çıkardığı takdirde Pakistan hükümeti işbirliği yapmasa bile ABD'nin kendi başına saldırı düzenleyeceğini belirtmiştir. Hem Obama hem de Clinton 'silahları kapatın' alarmı, Kapsamlı Test Yasağı Antlaşması için destek kazanma çabalarını canlandırma, nükleer silah stokunu azaltma ve nükleer malzemelerin artarak izlenmesi gibi kasıtsız nükleer çarpışma riskini azaltmak için çeşitli adımlar atacakları konusunda ısrar ediyor. Ancak bir konuda kapsamlı, potansiyel olarak köklü bir farklılık var: Obama, diğer adaylardan ayrı olarak kendini, dört nüfuzlu Amerikalı dış politikacı tarafından -Henry Kissinger, George Shultz, William Perry ve Sam Nunn- düzenlenen yürürlükten kaldırma çağrısını açıkça dikkate alarak hep beraber nükleer silahlardan arınmış bir dünya için çalışmaya adadığını ifade etmiştir.
Obama, Clinton'a göre büyük bir avantaj elde etti. Kendisinin Irak konusundaki tutumu ilkeli ve tutarlıyken Clinton'ınki kamuoyundaki değişikliklerle ve en başından kusurlu olan bir politikayla ilişkilendirilen engellerle yönlendiriliyor gibi görünüyor. Ayrıca genç ve Afro-Amerikalı Obama, Amerikan politik sisteminin değişikliğe açık olduğu ve geleceğe baktığı güçlü mesajını dünyaya gönderir. Obama, Batılı olmayan dünyada gerçek köklere sahip ilk Amerikalı başkan olurdu ve yoksulluk ve diğer yoksunluk biçimlerine katlananlara ilham veren bir tarza konuşuyor. Obama'nın mesajı ve tutkusu muhtemelen John F. Kennedy'nin parlak günlerinden beri uzun bir süredir eksik olan heyecanı Amerikan politik sürecine çoktan getirdi.
Kaynak: Zaman