İsrailli bir üst düzey yetkilinin, İran'ın, nükleer silah elde etmeye yönelebileceğinden şüphelenilen nükleer programını tahrip edeceği tehdidini savurmadığı tek bir hafta geçmiyor.

Washington'un çevresinde konuşlanmış aşırı sağ düşünce kuruluşları ve İsrail'in birçok sadık destekçisi de bu tehlikeli fikirleri utanmazca tekrarlıyor. Tel Aviv'e, kendi belirleyeceği zamanda İran'a saldırmak için yeşil ışığa sahip olduğunun işaretini, bölge için olumsuz ekonomik ve diplomatik sonuçları ne olursa olsun Birleşik Devletler Hükümeti'nin arkasında olacağı ferahlatıcı mesajıyla birlikte gönderiyorlar. Beyaz Saray'ın, barışçı bir çözüm arayışında olduğuna dair ifadelere zaman zaman rastladığımız doğru olmakla birlikte, askerî bir çözüme doğru bir kayış da çok ciddi ivme kazanıyor.

Uluslararası planda sorumlu davranışlar açısından rahatsız edici bir durum bu; zirâ, savunma amacı taşımayan her türlü güç kullanımı BM Anayasası ve uluslararası hukukun çiğnenmesi anlamını taşır. Uluslararası ihtilaflarda güç kullanımı sadece silahlı bir saldırıya karşılık verilmesi durumunda yasaldır. Anayasa'nın ikinci maddesinin dördüncü bendi güç kullanımını da tehditleri de yasaklıyor. Bu standarda göre İsrail'in de ABD'nin de hukuku çiğnemiş addedilmesi gerekir.

Daha fiziksel bir düzlemde ise, İran'a saldırının sebep olması muhtemel çok ağır bedeller var. İranlı liderlerin elinde misilleme için gerekli çeşitli araçlar mevcut ve bunlara başvurulmayacağını düşünmek için pek fazla sebep yok. İsrail'in Hizbullah ve Hamas'ın saldırısına maruz kalacağı bir hayli muhtemel, ki her ikisi de ciddi zarara sebep olabilecek kapasiteye sahip. İleri füze teknolojisiyle uzun mevzilere ulaşabilen silahlar ve bomba taşıyan insansız hava uçakları geliştirmekte olan İran, kendisi çok daha fazla hasar verebilir. Bu durumda İran'ın, dünyada ithal edilen petrolün üçte ikisinin geçtiği Hürmüz Boğazı'nı kapatma seçeneği de gündemde olacaktır. Bunun dünya genelinde tedarikte sıkıntıya, fiyatlarda coşmaya, uzun benzin kuyruklarına yol açması kaçınılmaz. Bunun ötesinde, bölgede çözülmemiş farklı ihtilaflar, bilhassa Irak'takiler İran'ın müdahaleleriyle alevlenebilir ve tüm bölge bir savaş alanına dönüşebilir.

Bu kasvetli resmin en sorunlu parçasıysa, İran'ı nükleer silah eşiğine yaklaşmaktan vazgeçirmek için şimdiye kadar başvurulan araçlar olan ihtilaf diplomasisine, yaptırımlara ve tehditlere alternatif arama çabalarının başarısızlığa uğraması olacaktır. Bu alternatiflerin en akla yakını "Nükleersiz Ortadoğu" girişimleriydi. Hem bölgedeki hem de dünyadaki devletler arasında bu girişime yaygın destek var. Bu, 2010 yılında gerçekleşen Yaygınlaşmanın Önlenmesinin Değerlendirilmesine Dair Konferans'ta üzerinde uzlaşılan öncelikli bir hedefti. Ancak şimdiye kadar çok ciddi bir engelleyici faktör olan bir tuzak var: Bölgenin oluşması kendi nükleer silah cephanesini boşaltmasını gerektireceği için İsrail projeye karşı.

İsrail'i içine almayan bir nükleerden arınmış Ortadoğu fikrinin bölgede pek destek bulmayacağı açıkça ortada. İsrail'in, İran'ın bu silahlara ulaşmasına engel olmak adına savaş açmaya hazır olup bir yandan da nükleer silahlara sahip olmaktaki ısrarcılığı, nükleerden arınma rejiminin son derece rahatsız edici çifte standardının bir ifadesi. Böyle ayrımcı bir nükleer diplomasi, ekonomik toparlanmanın gayet kuşkulu olduğu ve Afganistan'da savaşın uzayıp gittiği mevcut küresel atmosferde ciddi bedeller getiriyor. ABD, şimdiye kadar, hem bölgedeki istikrara hemen katkıda bulunacak hem de kendi nükleer programlarına başlama niyetindeki birçok Arap ülkesini de dikkate alacak olan ve çok daha umut vaat edici bir yol olan "nükleer silahsız Ortadoğu"nun müzakere edilebilirliğini imkânsız hale getirdi. Böylesi bir bölge olmazsa, nükleer cephanenin "caydırıcı" avantajlarından faydalanmak isteyen Türkiye, Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan ve tabii İran gibi ülkelere de çekici gelecek olan bir nükleer yarışın vuku bulması bir hayli muhtemel.

Bölgenin tüm üyelerini içine alan bir nükleer silahsız Ortadoğu, ABD'nin liderliğine ihtiyaç duyan bir proje. Vaat ettikleri çok fazla. ABD'ye, bölgede kirlenmiş olan ismini temizleme ve sorumlu küresel lider olma iddiasını geri kazanma fırsatını sunuyor. Bölgesel aktörleri savaşı engellemek için gerekli olan gayreti göstermek için müzakere masasına oturtabilecek olan konum ve ağırlığa sadece ABD sahip. Böyle bir diplomatik girişimin başarıya ulaşacağının garantisi yok. Ama denememek çok pişmanlık verici olabilir.

 
 

Kaynak: Zaman