Arap Birliği bakanlar kurulunun Suriye kriziyle ilgili kararlarını, Türk yetkililerin bu krize yönelik açıklamalarını ve tutumlarının genel eğilimini takip edenler, her iki tarafın da arabuluculuk rolü oynamaktan çıkıp krizi uluslararası boyuta taşıyarak sonuna kadar götürmeyi hedefleyen çekişmenin tarafları olduğunu teyit edecektir. Oysa bunun yerine askeri çözümü ve krizin uluslararası boyut almasını engelleyecek bir arabuluculuk yapılabilir, çözüm bulunabilir ve Suriye iç savaştan korunabilirdi.
Libya’ya benzemez
24 Kasım’da Arap Birliği dışişleri bakanları, dış müdahaleye hazırlık bağlamında konuyu BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’a taşıma imasında bulundu. Bazıları, Suriye’ye Libya’da yaşananlara benzer biçimde NATO’nun müdahale etmesi mesajı veriyor; bazıları da Arap ve uluslararası kılıf sağlanmasının ardından müdahaleyi Türkiye ile sınırlıyor. Bu iki seçenek, insani güvenlik koridorları ya da tampon bölge sağlama sınırlarını aşan bir savaşı tetikleyebilir.
Suriye’deki şartlar, birçok açıdan Libya şartlarına benzemiyor. Zira Libya’ya yapılan dış müdahale, ülkenin ve bölgenin askeri direnişiyle karşılaşmadı. Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi’nin güçleri, ülkeye saldırı düzenleyen uçaklara tek bir füze ve ellerinin altındaki helikopterlere tek bir kurşun bile atmadı. Hatta NATO müdahale yönetimi, Fransız, Britanyalı ve Amerikalı yetkililer, Libya’da askeri çözümün mümkün olmadığını açıkladı. Müdahale stratejisi, tek bir siyasi çözüme ulaşmak için birbiriyle çekişen iki tarafa da hâkim olmayı ya da her iki tarafa tutunan bölücü gerçeği oluşturmayı hedefledi. Fakat ortada gemilerin istemediği yönde esen rüzgârlar mevcut.
Güvenlik Konseyi’nden dış müdahale için bir kılıf bulunmamasını ve şu anda müdahaleyi engelleyen iç ve dış askeri engelleri bir kenara koyarsak Suriye, Arap ve İran verilerine göre bir müdahale yaşandığı takdirde Suriye sınırları içinde kalmayacak bir direnişle karşılaşacaktır. Birçok kesimden gelen resmi açıklamalar, bütün bölgenin bir savaşa doğru sürüklendiğini doğruluyor. Hiç kimse Amerikan askeri müdahalesini İsrail’in askeri müdahalesinden ayıramaz veya bu müdahaleyi genel olarak bölgede ve özelde İsrail-Filistin sorunundan izole edemez.
Türkiye’nin akıbeti
Şayet Türkiye askeri müdahaleyi üstlenirse, en tehlikeli sorun Türkiye’nin akıbeti olacaktır. Çünkü gerek maddi gerekse manevi açıdan, içeride ve Arap-İslam dünyasında büyük zarara uğrayacaktır. Türkiye günler veya haftalar zarfında sona erdiremeyeceği bir savaşa doğru sürüklendiği, savaş ‘tampon bölge’ sınırlarını aşarak genişlediği ve müdahaleye teşvik edenlerin kendisini kurtarmak için müdahaleyi ağırdan aldıklarını gördüğü takdirde, neler yaşanabileceğinin tasavvur edilmesi bile yeterli olacaktır. Zira Türkiye de sonuçta bölgedeki Siyonist proje kanalıyla bir hedef niteliğinde.
Ortada bir Türk-Suriye-Arap savaşından (Arapların bir kısmı da olsa) veya Türkiye-İran savaşından ya da Suriye’deki iç savaş bir yana geniş kapsamlı bir Sünni-Şii fitnesi körüklemekten daha korkunç bir Siyonist proje ve Siyonist-Amerikan planı var mı acaba?
Erdoğan’a fazla bel bağlamayın
Bu bağlamda Arap bölgelerindeki iç savaşların ezici çoğunluğu, ‘fitne’ kapsamına girmekte. Fitne körüklendiği takdirde, gözler körleşir, basiretler bağlanır, küçüklerle büyükler aynı seviyeye gelir ve kurunun yanında yaş da yanar. Ve nihayetinde felaketler ve pişmanlıklar dışında hiçbir şey kalmaz.
Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın deneyimini yüksek sesle takdir edenlere, Türk kazanımlarını sadece Türkiye için değil, Arap ve Müslümanlar için de bir başarı olarak görenlere, ona umut bağlamaya başlayanlara şaşırıyoruz. Bu kimselerin Suriye’ye askeri müdahale için Başbakan Erdoğan’ı teşvik ettiklerini görürsünüz. Bu kimseler ve onlardan önce de Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erdoğan deneyiminin başarısındaki temel sebeplerden birinin diplomaside ‘sıfır sorun’ politikası, ardından Siyonist saldırı sırasında Gazze’nin yanında ve ablukaya karşı duruş olduğunu unuttu.Devamı için tıklayınız!