Fırtınanın geleceği aslında haftalar öncesinden belli olmuştu. NATO Genel Sekreterliği için Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen adının ortaya atılmasından itibaren Ankara huzursuzlanmaya başladı.
Bunun bir nedeni, Danimarka'nın yıllardır basın özgürlüğü gerekçesiyle PKK'nın yayın organı Roj TV'nin kendi ülkesinden yayın yapmasına izin veriyor olmasıydı. Diğeriyse Hazreti Muhammed karikatürleri krizinde Rasmussen'in şahsen katılmadığını söylemiş olmasına karşın, Rasmussen hükümetinin karikatürleri ifade özgürlüğü içinde değerlendirilmesiyle Müslüman nüfuslu ülkeleri ayağa kaldırmış olmasıydı. En şiddetli gösteriler de Pakistan ve Afganistan'da yapılmıştı.
Dünkü NATO zirvesinde de konuşulduğu üzere, NATO'nun önümüzdeki dönemdeki öncelikli görevleri arasında uluslararası terörizmle mücadele vardı.
O çerçevede en çok öncelik verilen konu da, artık Amerikalıların taktığı isimle AFPAK olarak anılan, Afganistan ve Pakistan'daki dinci terör örgütleri El Kaide ve Taliban ile ortak mücadele vardı. Türkiye bu koşullar altında Rasmussen'in adaylığının NATO'nun amaçlarına ulaşmasına yardımcı olmayacağını, ayrıca bütün Müslüman dünyasında antipatinin artmasına yol açacağı uyarısında bulunuyordu.
Çatlak mı, ekip işi mi?
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Rasmussen fikrine ilk andan itibaren açıkça karşı çıkması, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ise düne kadar temkinli konuşup rengini belli etmemesi, kimi yorumcular tarafından 'çatlak' olarak tanımlandı. Ancak bir başka açıdan bakıldığında Erdoğan ve Gül'ün farklı görünen tutumlar alması, Türkiye açısından diplomasi cephesini genişletmiş oldu.
Rasmussen'in en sıkı destekçileri olan Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'yi ikna etmek için, Türkiye'yi ziyaret programına alan ve biraz da bu nedenle Ankara'daki itibarı zirvede olan ABD Başkanı Barack Obama'yı devreye soktular. Obama'nın küresel ekonomik kriz için G-20 toplantısının yapıldığı Londra'da, yanına Merkel'i de alarak Erdoğan'la konuşması işi çözmedi. Bunun üzerine, diplomasi dün Strasbourg'taki NATO toplantısında Gül'ü ikna etme üzerine, daha doğrusu Gül üzerinden Erdoğan'ı ikna etmek üzerine yoğunlaştı.
Ama aradaki fark, bu defa Türkiye'nin kuru kuruya Rasmussen'i kabul etmesini sağlamak yerine, Türkiye'ye Rasmussen'i kabulü karşısında bir paket önermek yolunun tercih edilmesiydi.
Burada Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Başbakan Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu ve Dışişleri Müsteşarı Ertuğrul Apakan üçgeninde yürütülen Türk diplomasi çabasının payını kayda geçirmek lazım. Türkiye'nin Rasmussen'in şahsına değil, siyasi tutumuna karşı itirazı olduğunu iyi anlatması, koşulların değişmesi halinde kararın da değişebileceğini belli etmesi etkili oldu.

Kilit gelişme ve kazanımlar
Burada kilit gelişmeyi Obama-Gül arasındaki görüşmeye bir aşamada Rasmussen'in de çağırılması olarak tanımlamak doğru olur. Çünkü Rasmussen, bir yerde, ABD Başkanı önünde Türk Cumhurbaşkanı'nın yanına gelip yüzüne karşı ne yapmak istediğini, ne yapacağını ve yapmayacağını söylemiş oldu.
Başbakan Erdoğan'ın birkaç saat sonra 'çekincelerimize Obama garantör oldu' diye açıkladığı uzlaşma paketi böylelikle kabul zemini buldu.
Rasmussen görevi 1 Ağustos'ta devralacağına göre, hafta başı İstanbul'da yapacağı konuşmayı, Roj TV'ye karşı yeni tedbir alıp almayacağını görmek için zaman var. NATO'ya Genel Sekreter Yardımcısı, Afganistan Temsilciliği, askeri kurmay heyetine Türk subayı, NATO terörle mücadele yöneticiliği gibi konular Türkiye için önemli kazanımlar sayılmalı.
Erdoğan itiraz etmeseydi, Gül sessiz kalmasaydı bu sonuç alınamazdı.
Türkiye son iki gündür iyi bir diplomasi sınavı verdi ve aslında Avrupa sistemine entegre olmaya başladığını gösterdi. Neticede Avrupa kavga etmeyi de bilir, barışmayı da.   

NOT: Obama'nın devreye girip Afganistan-NATO odaklı birTürkiye'nin Afganistan'daki siyasi-askeri etkisini yükseltecek şekilde çözmesi, Ankara'nın da Afganistan'aki askeri varlığını yükseltmesi sonucunu doğurabilir. Obama Türkiye'deyken Gül, ya da Erdoğan tarafından yapılacak böyle bir açıklama, Obama'nın seçmenine verdiği söze karşın Ermeni soykırımı tasarısını bu kritik yılda geçiştirmesi, krize dönüşebilecek adımlardan kaçınması için elini rahatlatabilir. İlginç gelişmeler kapıda.

Kaynak: Radikal