AKP’nin ‘stratejik derinlik’ teorisine bağlı olduğunu açıklamasıyla birlikte, ‘Türkiye nereye gidiyor?’ sorusu ortaya çıktı. Türk dış politikası ülkenin gergin bölgesindeki tercihlerinin yapısını ve içyüzünü sınayan köklü sorunlarla karşılaşırken, bu soruya dair gizem de artıyor. Özellikle birbiriyle çekişen üç bölgesel taraf olan Araplar, İran ve İsrail’le ilişkiler konusunda... Bu eksen soruyla alâkalı en belirgin alt soruysa, Türkiye’nin bu üç tarafa yönelik tutumları ve tercihleriyle ilgili.
Tahran beklemiyordu
İsrail’in İran’la nükleer krize güçlü bir taraf olarak girmesinin ve Batı’ya baskı yapmasının ardından kriz kızıştığında, Türkiye İran’ın ilgi odağına dönüştü. İranlılar bu dönemde şunu tekrarladı: “Batı’yla krize girersek Türkiye yanımızda olur mu?” Tahran bu konuda önceleri kararsızdı. Bunun sebebi, Türkiye’nin ABD, NATO ve İsrail’e karşı yükümlülüklerinden haberdar olmasıydı. Fakat Türkiye’nin İsrail’in Gazze saldırısına verdiği tepki, Suriye ve Filistin’le ilişkilerini geliştirmesi, Irak, Suriye ve İran’la bölgesel stratejik ortaklıklar kurma eğilimiyle birlikte, İran’ın önünde Türkiye’yle güçlü ilişkiler için teşvik edici girişimler belirdi.
Bu arada Türkiye’nin Mavi Marmara saldırısı sonucunda aldığı tavır, İsrail’le kopukluğa yol açtığı gibi Türkiye-İran yakınlaşmasını da ilerletti. Bu yakınlaşma, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın İran’la görülmemiş işbirliği düzeyine yükselen bir dizi anlaşma imzalamasıyla somutlaştı.
Bu gelişmeler, Türkiye’nin İran’a yönelik tutumundaki dönüşümleri teyit eder nitelikteydi. İsrail aleyhine dönüşümler de Türkiye’nin üç eylemiyle kendini gösterdi: İlki, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a yeni yaptırım projesine karşı çıkması ve ‘hayır’ oyu vermesiydi. Tüm bunlar, yaptırımların önemini epey azalttı.
Füze şartları da şaşırttı
İkinci dönüşümse, Türkiye’de Milli Güvenlik Kurulu’nun İsrail’i temel ulusal güvenlik tehdidi olarak görmesiydi. Dönüşümlerden üçüncüsüyse, son NATO zirvesinde meydana geldi. Türkiye, topraklarına yerleştirilmesi önerilen NATO füze kalkanına bazı şartlarla katılmayı kabul etti. Bu şartların en belirgini de, İran’ın bu kalkanın hedefi olduğuna dair bir ibarenin yer almamasıydı. Daha da önemlisi, Türkiye’nin erken uyarı istasyonları ve radarlardan elde edilecek bilgilerin İsrail’le paylaşılmamasını şart koşmasıydı. Bu uygulamalar Türkiye’nin eğilimlerindeki önemli dönüşümü ortaya koydu.
Fakat Ankara’nın İsrail’e yönelik tavrını yakın zamanda değiştirmesi, ‘Türkiye nereye gidiyor?’ sorusunu tekrar gündeme getirdi. Zira Erdoğan önce Türkiye Yahudilerinin Işık Bayramı’nı (Hanuka) kutladı. Ardından başka işaretler geldi. Bir AKP milletvekili, Paris’teki Yahudi kutlamasına katıldı. Sonra işgal altındaki Filistin’de bulunan Karmel Dağı’ndaki yangının söndürülmesi için iki Türk uçağı gönderildi.
Soru işaretleri var
Bu olaylar soru işaretlerini beraberinde getirdiyse de, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yla Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinin metninin yayımlanmasıyla her şey ortaya çıktı. Görüşme taraflar arasındaki sıcaklığı ortaya koyarken, iki ülke arasında İsrail’in Mavi Marmara olayından dolayı özür dilemesi ve kurbanların ailelerine tazminat ödemesi üzerine yoğunlaşan uzlaşma süreci için bir formül bulmak amacıyla Cenevre’deki görüşmeler başladı.
Bu görüşmelerin sonucu ne olursa olsun Türkiye, İsrail’e yönelik bu yeni tavrıyla stratejik eğilimlerini gözden geçirmeye başladı. Bu eğilim, ister dış ister iç baskıdan kaynaklansın, fark etmez. Sonuçta, kendi güçlerine dayanmayıp ‘başkasına’ bel bağlayan Araplar nezdinde soru işaretleri varolmaya devam edecek. (Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç, 16 Aralık 2010)
Kaynak: Radikal