Y ıllar önceydi.   Ahmet Kaya bir gün stüdyosuna davet etti.
"Gel sana son albümümü dinleteyim" dedi.
Girdi camlı bölmeye, kulaklığını taktı. Acı çeker gibi inleyen bir gitar sesinin üzerine haykırmaya başladı:
"Yılan bana/ çiyan bana/ h'stir çeker yılan bana/
Lan gardaş bu nasıl yara/ kanar her yerimden...."
Sözler, şair Enver Gökçe'nindi. Ama Kaya için yazılmış gibiydi:
"Sövülmüşüm, dövülmüşüm, kovulmuşum ben/
H'stir çekilmişim yani/ kendi öz yurdumdan çeker giderim".
"Yeni albümümde Kürtçe bir şarkı söyleyeceğim" dedi diye üzerine çullanmışlardı, Ahmet Kaya'nın;
"Ya sev ya terk et" demişlerdi; daha önce nicelerine dedikleri gibi...
Severek terk etti o da, kendinden öncekiler gibi...
Severek can verdi sürgünde...
* * *
Kaya'yı ölümünün 8. yıldönümünde anarken yeni bir "Ya sev ya terk et" dalgasıyla karşı karşıyayız yine...
Bu kez kırmızı kartı elinde taşıyan, daha önce aynı karttan birkaç kez gördüğü için oyun dışı kalmış bir Başbakan...
Şimdi "azınlıktaki mağdur"un dilini bırakmış, "çoğunluktaki mağrur"un diliyle konuşuyor:
"'Tek millet'e, 'tek devlet'e karşı çıkanın Türkiye'de yeri yok" diye haykırıyor Hakkâri'de;
"Buyursun istediği yere gitsin."
Üslubu öylesine otoriter ki ardından gelecek "tek"leri tek tek sayabilir insan:
"Tek fikir... Tek parti... Tek şef..."
Tam ona, "Kimin öz yurdundan kimi kovuyorsun?" demeye hazırlanırken, "Milli" Savunma Bakanı, eski "toprak kovgunları"nı hatırlatarak Başbakan'ın kutsadığı "tek millet"in sırrını açıklıyor:
"Milli devlet olabilmemizi Rum ve Ermenileri kovmamıza borçluyuz" demeye getiriyor.
Eksildikçe birleşmişiz yani; eşimizi dostumuzu, kapı komşumuzu sürdükçe sefasını sürmüşüz. "Ne mozaiği ulan!" diye taş döktükçe solmuş renklerimiz; gri betondan sağlam bir duvara dönmüşüz.
Bakan'ın açıklaması, yüz binlerce cana mal olmuş bir trajediyi unutmuş olanlara acı gerçeği hatırlatıyor:
"Huzurla oturduğunuz betonun altında, kovduklarınızın kalıntıları var."
* * *
Arat Dink'in Taraf'ta patlayan isyanı, sizde de "her yerinden kanayan" bir yara açtı mı bilmem:
 "Gönlümüz zaten sürüldü çoktan..." diyordu Arat, "...zaten zar zor durduğumuz memleketimizden sürün bizi de gayrı... sürün gitsin, sürün bitsin...
Ve azınlık okullarındaki çocuklarımızı şöyle bağırtalım bundan böyle:
"Yokluğum, Türk varlığına armağan olsun!"
Böyle kanlı bir armağanı, ant yapıp sabahları çocuklara içirebilir miyiz "milli devlet"imizde?..
"Tek bayrak" yapıp çekebilir miyiz göndere?..
"Tek millet" şiarımız, "Bizden farklı düşünüyor, farklı dilde söylüyor" diye sövdüklerimizi, dövdüklerimizi, sürdüklerimizi, öldürdüklerimizi unutturabilir mi?
"Tek vatan" dediğimiz, bizim beğenmediklerimize "hstr çekebildiğimiz" bir sürgün kapısı olabilir mi?
Belki de bize hepsinden önce "tek vicdan" lazım. Ama öyle görünüyor ki; sürülenler, sürenlerin vicdanını da sürüp götürmüşler.

 

Kaynak: Milliyet