Amerika’nın nabzını iyi tutan Yasemin Çongar, “ABD’nin Genelkurmay açıklaması karşısında omurgasızlık örneği” verdiğini yazıyor. Postmodern muhtıranın Genelkurmayın internet sitesine düştüğü ve konunun televizyon ekranlarına yansıdığı ilk saatlerden başlamak üzere bütün gözler ABD’ye çevrildi.  Genel kanaat, ABD’nin Türkiye’yi bir istikrarsızlığa götürme potansiyeli taşıyan askeri bir müdahaleye sıcak bakmayacağı ve bunu açık bir dille ifade edeceği yönündeydi. Fakat saatler ilerledikçe beklenen net-kesin açıklama gelmedi.

Yasemin Çongar, “Hem ABD Dışişleri'nin 27 Nisan gecesi yaptığı imzasız açıklama, hem de ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried'in ertesi günkü demeci, Türkiye'nin ‘laik, demokratik, anayasal sürecine’ sahip çıktı çıkmasına, ama demokrasilerde böyle bir muhtıranın yeri olmadığını söylemekten de geri durdu.”

“Fried, Brüksel'de kendisine ‘TSK'nın tavrını eleştirmeyecek misiniz’ diye soran Reuters muhabirine, ‘Biz taraf tutmuyoruz. Bu soruya, yararlı şekilde nasıl açık bir yanıt verebileceğimi bilemiyorum’ karşılığını verdi.”

Bunları aktaran Yasemin Çongar  “Yazık!”dedikten sonra “Bu sözler, on yıl öncesine döndürdü beni” der ve şöyle devam eder: “28 Şubat süreci devam ederken, Erbakan hükümetinin darbeyle devrilmesi olasılığının tartışıldığı, Genelkurmay'ın ‘irtica’ konusunda brifing üzerine brifing verdiği günlerdi. Dönemin ABD dışişleri bakanı Madeleine Albright, 13 Haziran 1997'de, Türkiye'nin sorunu ‘demokratik çerçevede çözmesi’ gereğini vurgulayan açık bir uyarıda bulundu. Milliyet, bu uyarıyı ertesi gün, "Krize ABD mesajı: 'Ankara'ya demokratik düzenin dışına çıkılmaması gerektiğini bildirdik’ diye manşete taşıyınca, o zamanki genel yayın yönetmenimiz Derya Sazak, Genelkurmay'dan ‘Oraya da mı iki general göndermemiz gerekiyor...’ diye öfkeli bir telefon almıştı. Washington'ın, Genelkurmay muhtırası karşısındaki tavrını 'omurgasız' bulduğumu, hafta sonunda bir ABD'li yetkiliye söyleyince, bu tavrı daha iyi açıklama çabasıyla karşılaştım.

Telefon görüşmemizin bir bölümünün deşifresini aynen aktarıp satır aralarını okumayı size bırakıyorum:

-Açıklamamızı zayıf bulmanızı anlıyorum. Ama, Türkiye'deki tartışmada taraf gibi algılanmak istemiyoruz.

-Demokrasiden yana taraf değil misiniz?

Tabii, laik demokrasiden yana tarafız. Zaten bunu söyledik. Ama Anayasa Mahkemesi'ne intikal etmiş bir süreç var...

-Ama ordunun darbe uyarısı da var...

İşin o noktaya gelmeyeceğine inanıyoruz.

-Açıklamalarınızı, muhtıraya 'üstü kapalı destek ' sayanlar olabilir...
Yanılmış olurlar.

-Darbeyi desteklemezsiniz yani?

Türkiye, cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin sorunu demokrasi içinde çözmeli.

-Gül, sizce nasıl bir cumhurbaşkanı adayı?

Gül'e saygımız var. Reformcu. Ilımlı.

-Muhtırayı eleştirmemenizi, 1 Mart ve (Hamas lideri Halid) Meşal görüşmesi nedeniyle AKP'ye duyduğunuz tepkiyle bağlantılandıranlar çıkarsa...

Bundan daha saçma bir yorum olamaz.

-AKP hükümetinin muhtıraya karşı çıkmasına ne diyorsunuz?
Türkiye'de demokrasi son yıllarda çok olgunlaştı.

-Bu kriz sizce nasıl çözülecek?

Başbakan Erdoğan ile (Genelkurmay Başkanı) General Büyükanıt arasındaki diyaloğun tansiyonu düşürmeye yardımcı olmasını umuyoruz. Ben size sorayım; erken seçim en erken ne zaman olabilir?” (Milliyet, 30 Nisan 2007.)

Böyle dönemlerde tarihe notlar düşmek lazım. Sonraki nesiller geri dönüp baktıklarında olayların nasıl vukuu bulduğunu doğru öğrenmeli, ona göre tutum almalılar. 27 Nisan 2007 postmodern muhtırayla ilgili tarihe düşülecek notlardan biri, Ali H. Aslan’ın Washipngton’ın tutumunun teşekkülünde rol oynayan faktörlere işaret eden yazısıdır. Aslan, bazı iç çevrelerin müdahaleleri Türkiye’den Amerika’ya gelerek kotardıkların yazdıktan sonra işleyen süreci şöyle anlatır:

“Bu işi nasıl mı kotarıyorlar? Çok basit. Washington'a gelip etkili kontakları aracılığıyla ulaştıklarına Türkiye'nin şeriat rejimine kaydığını anlatıyorlar. Bu martavallara inanmaya dünden razı birçok adam buluyorlar. Sonra Ankara'ya dönüp, Washington'da da aynı kaygıların paylaşıldığı, askerî müdahaleye yeşil ışık yakıldığı yolunda dezenformasyon yapıyorlar. Tabii Ankara, duymak istediğini dinleyen adam kaynıyor.

Peki bütün bu oyunlar oynanırken, Amerikan yönetimi uyuyor mu? Yönetimin bir kanadı zaten o kafada. Mesela Başkan Yardımcısı Richard Cheney'nin orkestra şefliğini yaptığı Siyonist-neocon çizginin Amerikan devletindeki ve entelijansiyasındaki uzantıları eminim ki 27 Nisan sürecinden çok mutlu. Çünkü onlar için Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde demokrasi öncelik taşımıyor. Hatta neo-faşist idare taktiklerine bakılırsa, Amerika'ya bile demokrasiyi lüks gördükleri söylenebilir. İslam dininin motivasyon kabiliyetini, neo-koloniyalist emellerinin önündeki en büyük engel görüyorlar. Dolayısıyla İslam ülkelerine reva gördükleri ideal rejim, totaliter laiklik. İran ve Suriye'yle savaşa ve yeni savunma ihalelerine imza atabilecek laikçi Müslüman diktatörler hoşlarına gider.

Amerikan devletinde başını Dışişleri bürokrasisi ve kısmen CIA'in çektiği makul kanat ise bu 'network'ün oldukça organize çalışmaları karşısında aciz. 27 Nisan muhtırasına karşı Brüksel'in sağlam demokratik duruşuna rağmen Amerikalı yetkililerden gelen ürkek açıklamalar bu tablonun sonucu. Muhtıra gecesi Bush yönetiminin resmi görüşünü almaya çalışırken yaşadıklarım çok ilginçti. Aradığım Dışişleri basın sözcüsü, ilk olarak bana 'Türkiye'de demokratik süreci destekliyoruz' dedi. Daha sonra telefon ederek açıklamasını 'laik demokrasiyi destekliyoruz' diye değiştirdi. Bir süre sonra tekrar düzeltme yaparak açıklamayı şu hale getirdi: 'ABD, Türkiye'deki laik demokrasinin anayasal süreçlerini tam olarak desteklemektedir.' 

Belli ki farklı mercilerden gelen beslemelerle ABD'nin resmi görüşü muhtıracıları fazla rahatsız etmeyecek şekle tekamül ettirilmiş, Dışişleri Bakanlığı'ndaki ilk demokratik refleks bastırılmıştı. Ne de olsa Türkiye'den beklentilerinin büyük kısmı hâlâ askeri nitelik taşıdığından orduyu kızdırmaya gelmezdi. Belki iç işlerimizde taraf seçiyor görüntüsü vermemek de istemişlerdi. Ama böylesine kritik bir eşikte ABD'nin demokrasiye daha net taraf olması gerekirdi.” (Zaman, 30 Nisan 2007.)

Kısaca şunu demek mümkün: Kimsenin anti-Amerikancılığına güvenmemek lazım. En şiddetli anti-Amerikancılar, niçin kendilerinin Amerikancı olmadıklarına kızıyorlar. İkincisi Amerika sörf yapmak için dalga oluşturmaz, bu çok pahalı ve riskli bir işlemdir; ancak oluşmuş dalgaların üzerinde sörf yapar.