Washington ve Avrupa'daki İran politikası mimarlarının dünyayı değiştiren 1989 yılının tarihini okumalarını umarım. Zira İran konusunda hiçbir şey yapmamanın vakti geldi.
Avrupa'nın özgürleştiği yıl Timothy Garton Ash şunu yazmıştı: "Belirleyici olan dokuz ay boyunca, yani Polonya'da yuvarlak masa görüşmelerinin başladığı şubattan Berlin Duvarı'nın yıkıldığı kasıma dek ABD'nin esas katkısı hiçbir şey yapmamaktı." Bu hareketsizlik başkan George H.W. Bush'un temkinini ve öngörülerini yansıtıyordu. Bu tavrın sonucu da, Moskova'daki sertlik yanlılarını Doğu Avrupa'ya 'Amerikan günah keçisi ajitasyonu' yapma imkânından mahrum bırakmak ve devrimci olayların kendi yolunda gelişmesine izin vermek oldu.
1989 Moskova'sıyla 2009 Tahran'ı arasındaki başlıca farklılık, İslam Cumhuriyeti'nin hâlâ ateş açmaya hazır olması. Başlıca benzerliklerse aşikâr: Yorgun düşmüş ideolojiler; ters yönlere yürüyen rejimlere toplumlar; ve gerek iktidar aygıtı gerekse muhalefet arasında fikir ayrılıklarının yayılması.
Siyasi saat nükleer saatten hızlı
Evet, İslam Cumhuriyeti iktidardan Gorbaçovvari bir feragat noktasına gelmiş değil. Önde gelen din adamlarının ve bazı üst rütbeli subayların ılımlılık çağrılarına rağmen henüz uzlaşmaya ve taviz vermeye açık değil. Muhalefet lideri Mir Hüseyin Musavi'nin sözleriyle, rejim Devrim Muhafızları'nı ve Besiç milislerini hâlâ 'sokaktaki gölgelerin' peşine takıyor.
Bu durumun daha ne kadar devam edebileceğini bilmiyorum. İran'ın geleceğini kestirebildiğini iddia edenler yalan söylüyor. Fakat 'siyasi saatin' artık 'nükleer saat'ten hızlı ilerlediği de açık.
İran yaklaşık 40 yıldır nükleer programla meşgul. Pakistan bu sürenin çeyreğinde sıfırdan atom bombasına ulaştı. İran'ın bu macerasının hâlâ tartışılır olan hedefi (nükleer belirsizlik mi, gerçek bir hile mi?) bir yana, Tahran'ın gelgitleri içinde patlak veren siyasi karmaşanın odağındaki mesele bu değil. İran'ın çokbaşlı sisteminde hareketsizlik daima güçlüdür. Tam da şimdi hiç olmadığı kadar güçlü - İran'ın düşük zenginlikteki uranyumunu ihraç etmeyi öngören bir anlaşmaya yönelik gülünç ve yaygaralı kafa karışıklığı da bundan kaynaklanıyor.
Bütün bunlar bana şunu haykırıyor: Hiçbir şey yapma. ABD'nin şer mihveri söylemini kolayca istismar eden rejimi sarsan şey, Başkan Barack Obama'nın elini uzatmasydı. Obama bu rahatlamayı evrensel haklara sessizce verilen destekle birleştirmekte yarar olduğunu anlamış durumda. Nobel Ödülü konuşmasındaki şu cümlede kullandığı dişil zamire dikkat: "Bugün bir yerlerde, bu dünyada, genç bir kadın protestocu hükümetinin acımasız davranacağını tahmin ediyor ama sokağa çıkma cesaretini gösteriyor." Haziranda o kadınların Tahran'da yürüdüğünü gördüm ve onları asla unutmayacağım.
Onların davasına sahip çıkmanın en iyi yolu, İran'a karşı 'sakatlayıcı' yaptırımlar için bastırmayı bırakmak. Geçenlerde Temsilciler Meclisi'nin kabul ettiği ve yabancı şirketlerin İran'a rafine petrol satışını kısıtlayacak olar İran Rafine Petrol Yaptırımları Yasası kaygı verici. Yasayı sunan Cumhuriyetçi Howard Berman, bunun Obama'nın İran politikasını güçlendireceğini söylerken fena halde yanılıyor. Aksine İran politikasına zarar verecek. Keza şu meşhur '5+1' grubunun (ABD, Rusya, Çin, Britanya, Fransa ve Almanya) yaptırım hamlesi de. Bana İran'daki 'sopa'nın nerede olduğu sorulduğunda, cevabım 'Sopa İran toplumu' yönünde oluyor - yani şu an İran'ın iyi eğitimli gençleri ve cesur kadınları arasında fokurdayan reformcu basıncın yükselişi.
Obama onları zayıflatırsa bu bir trajedi olacak. Yaptırımlar şu an tam da bunu yapıyor. Yaptırımların İran rejiminden daha fazla sevindireceği kimse yok, zira rejimin koruyucuları gururlu İran'a diz çöktürmeye çalışan 'kibirli güçler'den bir kez daha söz edebilecek. Mevcut yaptırımları delmek yönündeki karmaşık kanalları kontrol eden Devrim Muhafızları da bundan yarar sağlayacak. North-western Üniversitesi'nden Elizabeth Shakman Hurd'un da yazdığı gibi: "ABD sessizliğiyle muhaliflere güç katıyor."
Yaptırımlar İran'a yönelik modası geçmiş ikili düşünme biçimini temsil ediyor. Batı'nın dayattığı modernliğe karşı dini bir tepki mahiyetinde 1979 devriminin siyasi İslam'ın zaferiyle sonuçlanmasından beri hâkim paradigma 'Batı'ya karşı barbarlık' oldu. Bu yılın başından beri savunduğum üzere, İran gerçeği daha karmaşık. Bugün İran sokaklarındaki protestocuların başlıca sloganlarından biri 'Allahü Ekber' - bunun laik bir mücadele çağrısı olduğu pek söylenemez. Bu reformcuların büyük çoğunluğu dinle demokrasi arasında zorlu bir orta yol arıyor.
1989'un tekrarını bekleyemeyiz
Batı'nın buna cevabı, 'ya bizim dediğimizi yaparsınız ya da sonucuna katlanırsınız' mesajını taşıyan yaptırım balyozu olmamalı. Bunun yerine İran siyasetinin özünü, yani 'hareketsizliği' bizzat İran'dan öğrenmeli. 20 yıl önce Berlin Duvarı yıkıldığında Francis Fukuyama o ünlü kehanetini ortaya atmıştı: "İnsan yönetimin nihai biçimi mahiyetinde Batılı liberal demokrasinin evrenselleşmesi."
Bugün İran'da 1989'un birçok kuvveti mevcut, fakat reformcular 'Batılı' bir şey istemiyor. Bu daha ziyade 1979'un, laik ve teokratik olmayan yerli malı bir çoğulcu siyasi sisteme dönüşmesi arzusu. Bizzat melez bir kimliğe sahip olan Obama bu tarihsel arzuyu anladığını hiçbir şey yapmayarak göstermeli. Bu, İran'ın siyasi saatinin daha hızlı ilerlemeye devam etmesine imkân verecektir. (18 Aralık 2009)
Kaynak: Radikal