Washington'da bir Arap büyükelçiyle ilgili bir hikâye dolaşıyor. Anlatılanlara göre büyükelçi ABD Başkanı Barack Obama'nın İran'a yönelik önerilerine dair şunu söylemiş: "Temas kurma çabanız bizi bozmaz, fakat lütfen evlilik olmasın!"
Bazen İran'ın nükleer programı ve bölgesel hedefleri konusunda Arapların mı yoksa İsraillilerin mi daha telaşlı (veya telaş kumkuması) olduğunu anlamak zor oluyor. Birkaç ay önce İranlı bir yetkilinin küçük çöl krallığı Bahreyn'in tarihsel olarak İran'ın eyaleti olduğu yorumları, ihraç edilebilir Şii devrimine dair Sünni Arap başkentlerindeki korkuları fişekledi. İran özür diledi, fakat olan olmuştu.
İran'ın, Şii hâkimiyetindeki bir hükümet kurulmasıyla Irak'ta giriştiği Amerikan destekli atağın ardından gelen Bahreyn yorumları Arapların tüylerini diken diken yaptı. Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el Faysal Arap ülkelerine, 'İran'ın meydan okumasına kayıtsız kalmamaları' çağrısında bulundu.
Suudiler ABD'ye kızgınGüvensizliğin uzun bir mazisi var. Araplarla İranlılar arasında derin bir husumet söz konusu; Sünni ve Şii evrenleri arasındaki kültürel çekişme neredeyse 1500 yıl öncesine, 680'deki Kerbela savaşı ve ötesine uzanıyor. Fakat son gelişmeler, işleri öyle gerilimli bir raddeye getirdi ki, Arap diplomatlar her gün ABD Dışişleri'nin kapısına dayanıp ABD'nin Tahran'la yakınlaşma niyetinin tehlikeli olduğu uyarısında bulunuyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Obama'yla yapacağı görüşmenin konusu da bu olacak. Ne de olsa İsrailliler ve Araplar ortak bir davaya sarıldığında, tehlikenin gerçek olduğuna kuşku yoktur. Obama, aşağıda izah edeceğim sebeplerle şüpheci olmalı. Fakat en önce Arapların korkularından şüphe duymalı.
Suudiler ABD politikasının, İran'ın Afganistan'daki Sünni Taliban düşmanını ortadan kaldırması ve Irak'taki Sünni egemenliğini sona erdirmesiyle 'Farsilerin' (İranlılara böyle diyorlar) lehine ilerlemesinden dolayı öfkeli.
ABD'nin teşvik etmesine karşın Suudiler Irak'a bir büyükelçi atamıyor ve Irak başbakanı Nuri el Maliki'yi İran kuklası olarak görüyor. Bir Suudi yetkilinin bana söylediği üzere, Suudilerin stratejik hedefi 'Irak'ın tekrar yekpare bir Arap ülkesi haline gelmesi' olmayı sürdürüyor.
ABD'nin İsrail'e mukayyet olmayı başaramamasından dolayı da rahatsızlar; İsrail'in 2006'da Hizbullah'a ve Gazze'de Hamas'a karşı yürüttüğü savaşlar, bu İran yanlısı hareketlere desteğin daha da artmasına yol açtı. Arap sokaklarındaki öfke, isyankâr bir söylem kullanan İranlı liderler tarafından kolayca suiistimal ediliyor.
Hatırı sayılır bir Şii azınlığın yaşadığı Suudi Arabistan (Kuveyt ve Bahreyn
gibi), İran'ın bu toplulukları isyana kışkırttığına inanıyor. Şiilerin evlerinde İran destekli Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah'ın posterlerini görmek vakai adiyeden. Bunun karşılığında Şiiler İran'ın artan nüfuzunun üzerlerindeki baskıyı meşrulaştırmak için kullanıldığını söylüyor.
Halkın öfkesi yükseldiğinde, bölgenin Arap otokratları aynaya bakıyor ve Şah'ı görüyor. 1979 Tahran'ının yeniden sahnelenmesini istemiyorlar. Konuştuğum bir ABD yetkilisi şunları söylüyor: "Araplar, Irak veya Afganistan'daki çıkarları nedeniyle, İran'la, Tahran'ı bölgenin egemeni haline getirecek bir anlaşmaya varmamızdan büyük endişe duyuyorlar." Bu olmayacak. Washington ve Tahran ikili görüşmelere başlamanın bile çok uzağındalar. Farklılıklar, herhangi bir anlaşmanın çok uzun zaman süreceği boyutlarda.
Bu noktada asıl mesele İsrail'in de Arapların da, İsrail'in bölgesel askeri üstünlüğüne ve ABD müttefiklerinin Körfez'den Kahire'ye kadar keyfini sürdüğü ballı ilişkilere (silah anlaşmaları, yardımlar vs.) dayalı statükoda değişiklik istememesi. Ne var ki Amerikan çıkarları başka hikâye. Ortadoğu'nun yükselen gücü olan İran'la hiç iletişim kurmamak ABD'nin çıkarlarına hizmet etmiyor; İsrail'e Batı Şeria yerleşimlerini büyütme ve barışı tüketme imkânı
veren kayıtsız şartsız destek de hizmet etmiyor; keza Arap devletleriyle statükoyu koruyan ilişkiler sürdürmek de.
Arapların İran konusunda öne sürdükleri argümanlar zayıf. Tahran'ın gücünün artmasına neden olan, tam da ABD'nin hiçbir temas kurmama politikası.
O nedenle bu politikayı değiştirmek mantığın gereği. Nükleer meselede çözüm, ancak Amerika'nın İran'la 'büyük bir pazarlığa' oturmasıyla mümkün.
Hamas ve Hizbullah üzerindeki etkisi nedeniyle İran'sız bir Ortadoğu barışının mümkün olmadığı göz önüne alındığında, ABD'nin İran'ı 'çadıra' getirme çabası Arapların da çıkarına. Dışarıda kalan bir İran bela çıkarır. Dahası bizzat Araplar İran'la temas halinde. Suudilerin İran'la gerilimli de olsa normal ilişkileri var.
Nükleer çifte standart ortada
Velhasıl Obama, İran konusunda Arap devletleriyle aynı korkuları taşıdıklarını söylediğinde Netanyahu'ya şu cevabı vermeli: "Bunun farkındayız sayın başbakan, Savunma Bakanı Robert Gates ve diğerlerini Arap müttefikleri temin etmek için göndermemizin nedeni de bu. Fakat Ortadoğu'daki statüko ABD'nin çıkarına hizmet etmiyor. Bizim çıkarımız iki devletli bir çözümü teşvik eden
bölge genelinde yeni güvenlik düzenlemelerinde, İran'la 30 yıllık iletişimsizliği sona erdirmekte ve nihayetinde İsrail'e daha parlak bir gelecek hazırlamakta yatıyor. Bir yandan yerleşimler inşa ederken, İran'ın nüfuzunun azalmasını bekleyemezsiniz."
Netanyahu homurdandığında Obama şunu da eklemeli: Ve Arapların bana özel görüşmelerde ne söylediğini biliyor musunuz? İsrail'in İran'a karşı güç kullanmasının felaket olacağını söylüyorlar. Ve İsrail nükleer silahlara sahipken İran'a o silahlara sahip olamayacağını anlatmanın imkânsızlığından söz ediyorlar. Bunun çifte standart olduğunu belirtiyorlar. (18 Mayıs 2009)
Kayak: Radikal