ABD Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından bölgeye yapılan altı ziyaretten sonra İsraillilerle Filistinliler arasında barış görüşmeleri yeniden başlayacak gibi görünüyor.

Kalpler endişeli. İsrail ve Filistin'in iki-devletli barışa ihtiyacı var. Bu her iki taraftan yakıcı tavizler verilmesini içerecek ama bu tavizler geleceği geçmişin, ümidi nefretin önüne koyarak Nelson Mandela tarafından kabul edilenler kadar yakıcı olmayacak.

İsrail, iki devletli barış olmadan Yahudi ve demokratik bir devlet olarak kalamaz. Zira zamanla Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki bölgede Yahudilerden daha çok Araplar olacak. Başbakan Binyamin Netanyahu da "iki milletli devletten" kaçınılmasının hedeflerinden biri olduğunu ifade ederek bunu teyit etti.

İki devletli barış olmazsa Filistinliler de sürekli aşağılanmalar, devlet olma gururu yerine kurban olmaktan gelen boş avuntularla karşı karşıya kalacaklar.  İsrail hakimiyeti altında yaşayacaklar, iktisadi açıdan marjinalleşecekler, 1948'den beri kendi paylarına düşen topraklar ve itibarlarında sürekli olarak meydana gelen aşınmadan dolayı kınanacaklar. Sonuç vermeyecek yeni bir şiddet dalgası, belki de üçüncü intifada muhtemeldir.

Bu durumda görüşmeler önemlidir. Şimdi kalpler endişeli.

Netanyahu şimdi iki milletli devletten kaçınmaktan bahsediyor. Onun Likud Partisi böyle bir politikanın açık destekçisi oldu (halen de öyle). 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda çabuk gelen İsrail zaferi sonrasında Mesihçi Yahudi düşüncesi dalga dalga yayıldı. İsrail şimdi tüm Kudüs ve Batı Şeria'yı elinde tutuyorsa, dindar milliyetçilerin zihinlerinde İsrail Diyarı'nın -Kitab-ı Mukaddes'te Akdeniz'le Ürdün nehri arasındaki topraklar için yaygın şekilde kullanılan terim- yeniden ele geçirilmesi ilahi takdiri nasıl yansıtmasın?

Batı Şeria'da yerleşim yerlerinin sürekli genişletilmesinin arkasında yatan, işte bu hükümdür. Batı Şeria'da halen 350.000, ilhak edilen Doğu Kudüs'te de 250.000 Yahudi yaşıyor. Henüz hiçbir şey, İsrail'in toprağa yönelik aşırı istekle ilgili 46 senelik geçmişi terk etmeye hazır olduğunu göstermiyor.

Ve böylece kalpler endişeli.

Filistinliler 1967 sınırlarının müzakerelere temel teşkil etmesinden bahsediyorlar, Başkan Obama da bu fikri onayladı. Şimdi çoğu kişi ihtilafı, iki milliyetçi hareketin aynı arazi için mücadelesi olarak değil -bu ihtilaf, 1947'de Kutsal Topraklar'da biri Yahudi, diğeri Filistinli olmak üzere iki devletten yana olarak Birleşmiş Milletler tarafından halledilmişti- sürgüne gönderilmesi gereken sömürgeci işgalciye karşı verilmiş bir savaş olarak görmeye devam ediyor.

Hamas ve diğer yerlerde temsil edilen Filistinliler için Siyonizm, zulme maruz kalmış Yahudilerin bir vatan bulmak için yapılmış meşru mücadele yerine sömürgecilik ve emperyalizme eşittir. Onlar Fransızların Cezayir'den çıkarılmalarında olduğu gibi söküp atılmalıdırlar.

Bu görüşe eşlik eden, Filistinlilerin inatla yapıştığı, sözde geri dönüş hakkıdır. Peki bu "hakkı" Bağdat ve Kahire'deki Yahudilere, Anadolu'daki Rumlara, Yunanistan'daki Türklere, Polonya ve Macaristan'daki etnik Almanlara sorun. İsrailli romancı Amos Oz'un bir zamanlar bana söylediği üzere, "Geri dönüş hakkı İsrail'in ortadan kaldırılması için kullanılan bir hüsn-ü tabirdir. Eğer uygulanırsa, iki Filistin devleti olur, Yahudiler için ise bir tane bile devlet olmaz."

Macaristan'dan gelen Alman ailesinde dünyaya gelen eski Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in bir keresinde ifade ettiği gibi, Avrupa'da yerlerinden edilmiş 15 milyon etnik Alman, geri dönüş hakkı talep etse kıtada barış kalmaz.

Evet, kalpler endişeli, zira her iki tarafta tüm toprakları elde tutma ya da ele geçirme fikrine bağlılık halen çok kuvvetlidir. Birleşmiş Milletler kararıyla toprağın iki devlete bölünmesinden bu yana 66 sene geçti.

İsrail 1967'den beri korkunç bir iğva içine düşmüştür. Hiçbir demokrasinin, kontrolü altındaki toprakta demokratik olmayan baskıcı bir sistem yürütmeye bağışıklığı olamaz. Görünmez bir hattın bir kenarında vatandaşlara, diğer kenarında da haklarından mahrum bırakılmış insanlara sahip olmak, işlemez. Demokratik bir devletin sınırlara ihtiyacı vardır. O, işgal altındaki alanlarda devlet destekli Yahudi yerleşimcilerin oy kullanmasına izin verirken Filistinliler için baskıcı askeri idareye dönüşemez.

Gershom Gorenberg, güzel kitabı "İsrail'i Bozmak"ta 1967 sonrası meselesini büyük bir netlik içinde ortaya koyar: "İsrail 1949 ateşkesiyle meydana gelen toprak taksiminin gerçekten geçersiz olduğuna inansaydı eski Filistin'in tümünde egemenlik iddia eder ve orada yaşayan herkese seçme ve diğer demokratik haklar verirdi."

Böyle yapmamayı tercih etti. Gerekçe açıktı: Filistin nüfusunun büyüklüğü -1967'de Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs'te 1,1 milyondu, bugün 4,4 milyon- Yahudi devletinin sona erdiği manasına gelecekti. Bu yüzden, "İsrail, yerleşim maksadıyla tüm topraklar İsrail'in bir parçasıymış, Filistinlileri yönetme maksadıyla da topraklar askeri işgal altındaymış gibi davrandı."

Barış görüşmeleri bu yıpratıcı İsrail ikileminde, Siyonist hayale dönüşe yönelik bir çıkış yolu sunuyor. Görüşmeler aynı zamanda, Filistinlilerin aldatılmaları ve devlet sahibi olmalarının reddinde de bir çıkış yolu sunuyor.

Kalpler endişeli. Henüz hastanedeki yatağından Mandela'yı duyamıyorum: Yanlış yolda olduğumu kanıtlayın, sizi korkaklar, sonunda bir tartışmadan galip gelmenin bir çocuğun hayatından daha değerli olup olmadığına karar verin.

Kaynak: The New York Times
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu