Başından beri, 'Biz orada vatanı savunurken siz Boğaz'da elde viski kadehi ahkâm kesiyorsunuz' cümlesinde özetlenen türden bakış açılarına karşı direndim.
Hava Kuvvetleri Komutanı'nın cumartesi günü golf oynama fotoğraflarına başta fazla aldırış etmedim. Ancak önce komutanın açıklamaları ve ardından Genelkurmay'ın tuhaf ötesi açıklamasından sonra durum değişti.
Genelkurmay, Türkiye'nin Hava Kuvvetleri Komutanı'nın cuma günü öğle saatlerinde gerçekleşen Aktütün saldırısından haberinin ancak cumartesi akşam saatlerinde olduğunu söylüyor ve hepimizin buna inanmasını bekliyor.
Genelkurmay açıklaması ışığında baktığımızda, Türkiye'nin Hava Kuvvetleri Komutanı'nın pek azımıza nasip olan türden bir lükse, bir bütün gün kendisini dünyadan soyutlayabilme lüksüne sahip olduğu anlaşılıyor.
Bu satırların yazarı saldırıyı cumartesi sabahı 09.30'da haber aldı, 10.30'da gazetede masasının başındaydı. Hava Kuvvetleri Komutanımıza yaveri başta olmak üzere kimsenin akşama kadar haber vermemesi akıl alır gibi değil.
Genelkurmay'ın yalan söylemesi düşünülemeyeceğine göre akıl almaz olan gerçek olmuş; komutan dünyadan habersiz golf oynarken, mesela NATO gibi bir uluslararası kuruluş, cumartesi öğle saatlerinde PKK'yı kınayan bir açıklama yapmış, pek çok yabancı ülke
Aktütün saldırısını kınamış.
Eğer Genelkurmay açıklaması bire bir gerçeği anlatıyorsa, Türkiye'nin bir Hava Kuvvetleri Komutanı'na ihtiyacı yok demektir, o yokken de işler aksamıyorsa, onun haberi bile olmadan savaş uçakları havalanıp sınır ötesindeki hedefleri vuruyor, sonra sağ salim geri dönüyorsa, bu maalesef böyledir.
Çözümün ucu gözüktü mü?
Önce Britanya hükümeti bir planla ortaya çıktı, ardından Amerikan Hazinesi geldi ve dün bu köşede anlatılmaya çalışılan çözüm planı devreye girdi.
Plan, dün de anlatmaya çalıştım, başta bankalar olmak üzere mali kuruluşların kaybolan sermayelerini yerine koyma üstüne kurulu.
(Dün bu köşede çıkan yazı bir 'düzeltme kazası'na uğramış, bilançoda aktif ile pasif birbirine karışmıştı, okuyucularımdan özür dilerim.)
Çeşitli detaylar fark etmekle birlikte gerek Britanya Başbakanı Brown'ın ve gerekse Amerikan Hazine Bakanı Paulson'un açıklamalarının özü, mali kurumlara sermaye katkısı yapılması, devletlerin bu kurumların hisselerinin tamamını veya bir bölümünü devralması yönünde.
Bu adım, hemen fark edildi ve mali sistemdeki güven krizini gidermeye başladı bile.
Fakat bu demek değil ki krizin çözümünde tünelin ucunda ışık gözüktü. Hayır.
Esasen dün sabaha karşı saatlerinde Amerikan Hazine Bakanı Paulson'un basın toplantısında açık dille söylediği gibi, krizin esas sebebi ev fiyatlarındaki düşme ve bu konu çözülmedikçe kriz de çözüm yoluna girmeyecek.
Gerek Amerikan Hazinesi ve Merkez Bankası, gerekse Avrupa ülkeleri, ev fiyatlarındaki düşmeyle başlayan ipoteğe dayalı kredilerin ödenmemesiyle süren krizin bütün mali sistemi etkilemesini, mali sistemdeki olası bir tıkanmanın reel ekonomiyi de tıknefes
bırakmasını önlemeye çalışıyorlar.
Kısacası, şimdi yaşanan krizin bundan çok daha büyük, bütün dünyayı peşinden sürükleyecek daha sahici bir krize yol açmasını önlemeye çalışıyorlar, kısacası mali sistemdeki sıkıntıları mali sistemin kendi içinde halletmeye çalışıyorlar.
Bu mümkün mü? Belki de mali kuruluşların kaybettikleri sermayelerin yerine konması ve bu arada bazı batmalara daha izin verilmesiyle sıkıntı sınırlanabilir, daha ötelere yayılması önlenebilir.
Ancak bu konuda da görüşler muhtelif, tartışma kuvvetli.
Pek çok eleştirmene göre, mali sistemdeki sıkıntı, kaybolan sermaye yerine konsa bile kolay giderilebilecek gibi değil ve bu sıkıntının reel sektörlere yansıması kaçınılmaz.
Bütün bu tartışmalar bir yandan sürerken bir yandan da hayat devam ediyor ve ilk gün etkileri açısından bakıldığında piyasalar biraz moral bulmuş gibi gözüküyor.
Sonucu hep birlikte yaşayarak göreceğiz ama bugün düne göre daha iyimser olabiliriz.

Kaynak: Radikal