Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü gözyaşlarını ciddiye almak gerekir. Konuşmasında 12 Eylül darbesinin en vahim haksızlığı olan idam kararlarını anlatmasını, bu idamların yarattığı acıları yazan şairlerin şiirlerini okumasını ciddiye almak gerekir. Böyle şeyler memleketimizde ilk kez oluyor.

Başbakanı ciddiye alalım, 12 Eylül kurbanlarıyla ayrımsız empati kurmasından ötürü ona sempati de duyalım ama benim hâlâ şüphelerim var: 12 Eylül’e denk gelen referandumda sahiden 12 Eylül’ü mü oylayacağız, sahiden darbeyi bütün izleriyle yok mu edeceğiz vereceğimiz evet oylarıyla, sonucun evet çıkması Türk milletinin darbelere karşı yüksek sesli bir yanıtı mı olacak?

Birincisi, ister 12 Eylül olsun ister 27 Mayıs, ister 28 Şubat, ister 27 Nisan muhtırasıyla yaşanan ‘eksik teşebbüs’... Bunlardan hangisini oya koysanız Türk milletinin kahir çoğunlukla bunlara hayır dediğini, darbe istemediğini öğrenirsiniz zaten.

Çıkmayacağına eminim ama tersi sonuç çıksa bile bu, halkın darbelere olumlu baktığı anlamına da gelmez. Türk seçmeni, taa 1946’dan beri oy hakkına her zaman kıskançça sahip çıkmıştır, bizde siyaset kurumuna olan inanç, işlerin siyaset yoluyla ve serbest seçimler yoluyla düzeleceğine olan inanç zaman zaman aşınsa bile hiçbir zaman vahim derecede düşmemiştir. 12 Eylül’e giden o karanlık zamanda bile 1979’daki ara seçime katılım olağanüstü olmuştu, hatırlayın.

12 Eylül’ün getirip gırtlağımızı sıka sıka bize dayadığı Anayasa ilk kez değişmiyor. Hatta 27 Mayıs darbesi sonrasının en kritik meselesi sayılan siyasi yasaklara af konusu, 12 Eylül döneminde yapılan ilk Anayasa değişikliğinin (ve referandumun) konusu oldu; üstelik 12 Eylül fiilen hâlâ sürerken, 1987’de.

Biz o Anayasa’yı bugüne kadar defalarca değiştirdik. Sanıyorum en kapsamlı değişiklikler de, iktidar-muhalefet uzlaşmasıyla 2000 sonrasında yapıldı. Anayasa’nın yarıdan fazlası değişti.

Biz bu Anayasa’yı o kadar çok değiştirdik ki, bazı maddelerde yaptığımız değişiklikleri değiştirdiğimiz bile oldu.

Bu son yapılan ve bence anlamsız yere referanduma giden değişikliği de o kapsamda saymalıyız. Yani, başından beri biz Anayasamızı belli bir istikamette,

12 Eylül’ün türlü çeşitli konulara getirdiği kısıtlamaları hafifletmek için değiştiriyoruz, bu değişiklik de ağırlıkla öyle bir değişiklik. Demokrasinin kalitesini artırıcı, özgürlükleri pekiştirici, 12 Eylül gölgesini azaltıcı değişiklikler bunlar. (Ama unutmayın, 12 Eylül bu Anayasa’da hâlâ duruyor, korkarım daha da duracak...)

Son tahlilde özgürleştirici bir değişiklik olduğuna göre, diyelim 2003’te, 2004’te bu çeşit değişikliklere evet diyenlerin bugün hayır deme gerekçelerini anlamakta güçlük çekiyorum.

Güçlük çekiyorum, çünkü itirazlar aslında değişikliklerin içeriğine değil. Daha doğrusu bu yönde de itirazlar var ama bunlar ikna edici değil, zorlama itirazlar. (Hele Anayasa Mahkemesi kararından sonra gelen itirazlar iyice zorlama bana göre.)

Galiba esasen Anayasa değişikliklerinin içeriğini değil, ülkede mevcut iktidara karşı oluşmuş olan öfke birikimini konuşuyoruz.

O bakımdan aslında ne Başbakan, gözyaşlarının samimiyetinden kuşku duymaya imkân olmasa da, ikna edici ne muhalefet.

Başbakan, ‘12 Eylül’den kurtuluyoruz’ diyor, hayır kurtulmuyoruz, daha önce attığımız bir sürü adıma ilaveten yeni bir adım daha atıyoruz, bu ülkede böyle ‘tedrici demokratikleşme’ Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla başlamadı, ondan çok önce başladı, ama yaptıkları için Ak Parti de tebriki hak eden bir parti, bunu da unutmuyoruz.

Muhalefet, ‘Bu Anayasa’yla iktidar kendi yargısını kuracak’ diyor, hayır bu ikna edici değil. Birincisi bu iktidar sonsuza kadar durmayacak, elbet bir gün yerine başka bir iktidar gelecek, ikincisi yargıya bu anlamda gündelik siyaseti bu iktidar sokmadı hep vardı, her iktidar bundan yararlanmaya çalıştı; üçüncüsü objektif olarak bakıldığında yürütmenin yargı üzerindeki etkisinin bu değişiklikle artmayıp eksildiği görülür.

Bana soracak olursanız, referandum kampanyasında esas muhalefetin işi zor. Zor, çünkü Anayasa değişikliğine evet veya hayır demek için sandık başına gidecek olan seçmeni, ‘Hayır sen aslında Anayasa’ya değil bu hükümetin gidip gitmemesine oy vereceksin’e ikna etmeleri gerekiyor. Bu da iletmesi çok kolay olmayan bir mesaj, çünkü doğrudan değil dolaylı bir mesaj.

Üstelik muhalefet bu mesajı doğrudan vermekten de hâlâ geri duruyor; çünkü çok ikna edici olmayan şeyler etrafında oluşan zayıf ittifakı da bozmak istemiyor. Öte yandan iktidar partisi de, ‘Hayır oyu çıksa bile ben yoluma devam ederim’ diyerek bu oylamanın bir güvenoylaması olmadığını göstermek için elinden geleni yapıyor.
Yani, aslında yaz sıcağında enerjimizi gereksiz yere tüketiyoruz...

 

 Kaynak: Radikal