Küreselleşmenin getirdiği açılma, diyalog ve yakınlaşma gibi olumlu yönlerinden dünyanın yararlandığı, komşu devletler arasındaki ihtilafların yerini sıkı bir işbirliği, dayanışma ve bütünleşmeye bıraktığı bir dönemde, 877 km gibi oldukça uzun bir sınır hattını paylaşan Türkiye ve Suriye'nin yıllar boyunca güvenlik nedenlerinden dolayı söz konusu bölgeyi kapalı tutmaları, her iki ülkeyi son derece verimli olan bu topraklardan mahrum bırakmıştır.
Türkiye-Suriye sınırının iki yakasında yaşayan akrabaların, maliyeti son derece yüksek olan mayınların gölgesinde bayramlaştığı, kol kuvvetiyle birbirlerine tel örgülerin üzerinden hediyeler fırlatmaya çalıştığı, hediyelerin tellere takılmasının ortaya koyduğu hüzünlü bakışların beraberinde getirdiği manzaraların bu modern dünyada ne denli utanç verici olduğu en nihayetinde görülmüş ve iki ülke ilk olarak bayramlarda kapılarını açarak yeni bir başlangıca imza atmıştır.
"Bıçak kemiğe dayandı" gibi bir söylemin gündeme geldiği, iki ülke arasındaki ilişkilerin terör nedeniyle en gergin seviyesine ulaştığı 1998 yılında, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş'in Hatay'da yaptığı konuşmada "ya Suriye'de barınan terör odaklarının teslim edilmesi ya da Türk ordusunun sınır ötesi harekât yaparak bunu bizzat gerçekleştireceği" ve dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Şam'ın izlediği açık husumet politikası ve PKK terör örgütüne yönelik desteği nedeniyle karşılık verme hakkımızın saklı olduğuna yönelik sert açıklamalar, bugün yerini iki ülkenin ortak askerî tatbikat düzenlemesi gibi son derece yakın ve sıcak bir ilişkiye bırakmış bulunmaktadır. Kilis'te üç gün sürmüş olan iki ülke kara kuvvetleri unsurları arasındaki tatbikatın amacı Genelkurmay Başkanlığı'mız tarafından, dostluk, işbirliği ve güveni pekiştirmek, sınır birlikleri arasında, eğitim ve birlikte çalışabilirlik seviyesini artırmak olarak açıklanmıştır. Bu açıklamalar iki ülke ilişkilerinin geride kalan on yıl içerisinde bu sürenin çok daha ötesinde bir gelişme gösterdiğini kanıtlamıştır. NATO'ya üye bir ülke olan Türkiye ile üye olmayan Suriye arasında düzenlenen ilk ortak tatbikat olma özelliği taşıyan ve askerîanlamda birer hudut takımının katıldığı sınırlı bir harekât olmasının çok daha ötesinde bir öneme sahip olmuştur. Bu harekât AKP hükümetinin öncülük ettiği Ankara-Şam hattında yıllardır devam eden dostluk sürecinin önemli bir halkasını oluşturmaktadır. Kuşkusuz sıcak çatışma noktasına kadar gelen iki ülke ordusunun bugün birçok ülkeyi kıskandıracak şekilde omuz omuza bir tatbikata girişmesinde, Suriye'nin eski devlet başkanı Hafez Esad'ın ülkemize yönelik izlediği politikada ciddi bir değişikliğine gitmesi ve 2000 yılında ölümünden sonra iktidara gelen oğlu Beşşar Esad'ın izlemiş olduğu pragmatik politika bağlamında gerçekleşen siyasî, askerî ve ekonomik konularda geliştirdiği hamleler son derece etkili olmuştur. Aslında Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecinde yapı taşı olan üç önemli husus vardır ki bunlar: Hafez Esad'ın Abdullah Öcalan'ı sınırdışı etmesi, 1999'da yaşanan Gölcük depreminde Suriye'nin sembolik de olsa yardım elini uzatması ve eski Cumhurbaşkanı'mız Ahmet Necdet Sezer'in Esad'ın cenaze törenine katılmasıdır.
Söz konusu tatbikat, Türkiye ve Suriye açısından barındırmış olduğu önemin yanı sıra bölgede özellikle İsrail, İran ve Arap devletlerine verilen önemli bir mesaj niteliğindedir. Nitekim ilk tepki 2000 yılından itibaren bu yakınlaşmadan duyduğu rahatsızlığı gizlemeyen İsrail'den gelmiştir. Birçok olayda bu iki ülkeyi karşı karşıya getirmekten çekinmeyen ve bu planın bir parçası olarak savaş uçaklarının 2007 yılında Türk hava sahasını ihlal edip Suriye'ye saldırması, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'ın "Türkiye ile Suriye arasında gerçekleşen bu tatbikat gerçekten endişe verici bir gelişmedir." açıklaması ve daha sonra Tel Aviv'den gelen 'Türk birliklerinin İsrail silahlarını kullanmak suretiyle bu operasyona dâhil olduğu' iddiaları yersiz ve gerçekçi olmadığı gibi çifte standart bir anlayışı barındırdığı açık bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Yıllardan beri terör, su meseleleri, Hatay sorunu ve geçmişin muhasebesinin baskısı altında gergin günler geçiren Şam ve Ankara, anlaşıldığı üzere, bu sorunların üstesinden gelmeyi başardığı gibi sadece ikili ilişkilerde değil bölgesel sorunların çözümü hususunda da ortak stratejik politikalar ortaya koymaya başlamışlardır. Bu çerçevede her iki ülke Golan meselesinde, Lübnan'da yıllardan beri devam eden krizde ve Filistin sorununda yan yana hareket etmişlerdir. Bütün bu işbirliği süreci, Suriye'nin uluslararası arenada Batı tarafından tecrit edilmesi yönündeki stratejinin bertaraf edilmesini sağladığı gibi, bölgesel gerginliklerin barışçıl yöntemlerle ortadan kaldırılması hususunda başarılı bir örnek teşkil etmiştir. Aslında bunların ötesinde Arap âlemini kasıp kavuran, senaryosu ve oyunculuğu Türklere ait olan, dublajı ise Şam'da gerçekleşen "Gümüş" ve "Kaybolan Yıllar" gibi dizilerin halkların kaynaşmasında ve yakınlaşmasında ne denli farklı bir yere sahip olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.
Kaynak: Zaman