Bu hafta İsrail ve Netanyahu’nun Washington’da aşağılandığını görmekten keyif alırken Amerika-İsrail arasında yükselen krizin hepimiz için kırmızı alarm olabileceğini söylemeye isteksizim aslında. Mevcut kriz, söz konusu olan Filistin, İran ve Ortadoğu olduğunda, yıkıcı sonuçlara yol açabilir.

Haaretz yazarlarından Akiva Eldar’a göre “Netanyahu ve Obama dönüşü olmayan noktadalar.” Netanyahu, Barack Obama ve üst düzey danışmanları nezdinde, asgari ABD’nin Ortadoğu’daki ve İslam dünyasındaki itibarının zedelenmesinden mes’uldür. Amerikalıların İsrail’de barış için bir ortak bulunmadığını anlamaya başlamış olmaları mümkündür. Amerika besbelli ki “koşer müttefikinden” uzak durmak zorunda kaldı. Amerikan askeri ve siyasi seçkinleri, İsrail’in Amerika üzerinde stratejik külfet olduğunu bu hafta kabul ettiler. Görünüşe göre Amerika-İsrail stratejik ilişkilerine gerçekten inananlar sadece AIPAC’ta ve onun “Şabat Kongre üyesi Goyim” listesinde adı geçenlerden oluşuyor. Fakat maalesef hikayenin yalnızca bir tarafı bu.

Son olaylar hakkında derin bir okuma, Amerika-İsrail ilişkilerinde son gediği açanın Netanyahu’nun siyasi ortakları olduğunu telkin ediyor. Yeterince ilginçtir, Amerika, İsrail politikalarından hoşnut olmadığı nispette Netanyahu’nun İsrail’deki müttefiklerinin Amerikan karşıtı tutumu boğucu hâle geliyor. Netanyahu kabinesindeki kişilerin, İsrail ve “en yakın müttefiki” arasında fırtına koparmak amacıyla ellerindeki tüm gücü kullandıklarını anlamak için dâhi olmak gerekmez.

Son diplomatik krizi tetikleyen kararların ardındaki isim, İçişleri Bakanı Eli Yişhai. Bu hafta şöyle bir şey söyledi: “İsrailliler hükümetin bu politikasına oy verdiler yani Kudüs meselesinde hiçbir taviz verilmeyecek.” Ayrıca bu fırsatla “Kudüs’te binlerce ev inşaatına izin veren bakan olma hakkını bahşettiği için yaratıcısına şükretti.” Netanyahu felâket denecek Washington ziyareti sırasında Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’la istişareye zaman buldu. Ynet haberine göre Lieberman başbakanına “Amerikan baskısına teslim olmama” tavsiyesinde bulundu.

Pek çok siyasi analistin, İsrail’in sağcı genişlemeci ve ırkçı kanaatinin derinliğini kavrayamadığını sanıyorum. Batıya özellikle de ABD’ye çok az saygı besleyen Şaron, Peres, Livni, Rabin, Olmert, Barak ve hatta Netanyahu’nun aksine, Netanyahu kabinesine sağcı Siyonist şahinler hâkim. David Ben Gurion’un eski mantrasını tekrarlıyorlar: “Goyim’in (Yahudi olmayanların) ne düşündüğü önemli değildir; önemli olan tek şey Yahudi’nin ne yaptığıdır.” Netanyahu’nun siyasi ortakları, Amerikan şartlarına uymak ya da zımnen muvakafat etmek istemiyorlar.

Netanyahu’nun siyasi müttefikleri en azından kısa bir süreliğine Sam Amca olmadan daha iyi iş çıkartacaklarına ikna olmuşlar. Bazı radikal hamleler yapılmadığı takdirde “Yahudilere mahsus devlet” günlerinin sayılı olduğunu fark ediyorlar. Yahudi devleti tüm bir Filistin nüfusunu İsrail’den çıkaracak tedbirler izlemediği takdirde Siyonist rüyanın kısa sürede sona ereceğini idrak etmişler.

Bu şahinler İran bir kez nükleer yeteneğe sahip olduğunda, İsrail’in “terör estiren bölgesel güç” statüsünün bir gecede ortadan kaybolacağını da fark ediyorlar. Netanyahu kabinesinin üyeleri, İsrail bir Yahudi etnokrasisi olarak ayakta kalmak istiyorsa, İsrail’in çabucak İran’la karşılaşması ve 1948 Nakbası’nın amaçlarını tamama erdirecek bir hareketle Filistin’i yerli nüfustan temizlemesi gerektiğini kavramışlar. Netanyahu hükümetine ve İsrail politikasına hâkim olan İsrailli şahinler, Amerika’yla bağların bölge için hazırlanan meşum planları kısıtlayacağını hatta tehlikeye atacağının farkındalar.

İsrail’in bir sonraki hamlesini tahmin etmek zordur. Ama Siyonist anlatının merkezinde intihar, soykırım meyillisi bir karakter olan Samson gibi Kitab-ı Mukaddes kıssalarını görmekteyiz. Samson bir Yahudi Herkülü’dür. Yahudilerin düşmanlarıyla savaşmak üzere Tanrı tarafından büyük bir gücün bahşedildiği bir kişidir ve sıradan insanların asla sergileyemeyeceği mârifetler sergiler. Bir aslanla güreşir, sadece bir eşeğin çene kemiğiyle tüm bir orduyu yok eder ve vakit tamam olduğunda kitle katliamına başlar. Tek başına bir Filistin mâbedini yıkar ve yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve kendisi dâhil binlerce kişiyi öldürür.

Lieberman kendisini yeni Samson olarak mı görüyor bilmiyorum. Son resimlerine bakınca, bir aslanla savaşabilecek biri olmadığı anlaşılıyor. Ancak hem soykırım hem de intihar eğilimi kesinlikle var.

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın