NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer'in görev süresi 31 Temmuz'da sona eriyor. Yerini alacak kişi, NATO'nun bugün sona erecek zirvesinde ya da daha sonra kararlaştırılacak. Geçen hafta ABD'nin Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen'in adaylığını desteklediği bildirildi (24 Mart).

Haberi okuduğumda şaşırdım.

Başkan Barack Hüseyin Obama, "İslam dünyasıyla karşılıklı çıkarlara ve saygıya dayalı bir ilişki kurmalıyız... Görevim, İslam dünyasına ABD'nin onların iyiliğini istediği mesajını vermektir; kullanacağımız dil saygı dili olmalıdır..." (Al Arabiya, 26 Ocak) dememiş miydi? NATO üyelerini Afganistan ve Pakistan'da Taliban'a ve El Kaide'ye karşı mücadeleye katkılarını artırmaya çağırmıyor muydu?

Peki, Rasmussen kimdi? 2006'da bir Danimarka gazetesinde yayımlanan, Hazreti Muhammed'i sarığının içinde bomba taşıyan biri olarak da resmeden İslam düşmanı karikatürleri, ifade özgürlüğü olarak savunan başbakan değil miydi? Bu tavrı İslam dünyasında şiddetli tepkilere yol açmamış mıydı? Müslümanlarca hiç sevilmeyen bir politikacı değil miydi? Peki, aynı Rasmussen'in başında olduğu hükümet, ifade özgürlüğü adına, gerek ABD gerekse AB'nin terörist saydığı PKK'nın televizyonunun Danimarka'dan yayın yapmasına göz yummuyor muydu? NATO'nun yegane Müslüman çoğunluklu üyesi Türkiye'nin AB üyeliğine soğuk bakmıyor muydu? Rasmussen'in adaylığı konusunda Ankara'nın tavrının ne olduğunu öğrenmek amacıyla Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkiliyle görüştüm. Edindiğim izlenim, Türkiye'nin bundan hoşnut olmadığı, ancak NATO'da kararların mutabakatla alınması ilkesine bağlı olduğu için, yalnız kalması halinde Rasmussen'i veto etmeyeceği yolundaydı. Aynı gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Bağdat'ta "Bu konuda bir karar almadık, üzerinde çalışıyoruz" dediğini gazetelerde okudum. (24 Mart) Ne var ki ertesi gün yabancı basın, TBMM Dışişleri Komisyonu sözcüsü Suat Kınıklıoğlu'nun, "Partim AKP Rasmussen'e kesinlikle karşıdır" dediğini yazıyordu.

Derken 27 Mart Cuma akşamı Başbakan Tayyip Erdoğan'ı NTV'de dinledim. Erdoğan, o gün kendisini telefonla arayan Rasmussen'e, İslam ülkeleri liderlerinin arayıp "Sakın ha!" dediklerini, kendisinin de partisinin "ilkeleriyle çelişkiye düşmeyeceğini" (?) anlattığını aktarıyordu. Başbakan'ın sözlerinden Rasmussen'e adaylıktan çekilmesini telkin ettiği sonucunu çıkardım. Ertesi sabah ise gazetelerde Gül'ün aynı cuma günü Brüksel'de Türkiye'nin Rasmussen'e karşı olduğu iddialarını yalanladığı gibi, onu "Avrupa'nın başarılı başbakanlarından biri" ilan ettiğini okudum. İki gün sonra da Gül'ün "Türkiye'nin tek bir görüşü vardır, o da benim görüşümdür..." dediğini okumaz mıyım! (Artık Türkiye'yi Başbakan'ın son sözü söylediği bir parlamenter demokrasi saymaktan vazgeçmemiz mi gerekecek?) Nihayet Erdoğan dün Londra'da Rasmussen'in adaylığına "şahsen" olumsuz baktığını yineledi.

Her durumda, Ankara'nın Rasmussen konusunda kafasının hayli karıştığı anlaşılıyor. Ne var ki, Ankara'daki kafa karışıklığı, Rasmussen'in NATO genel sekreterliğine getirilmesinin berbat bir fikir olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bunun neden böyle olduğunu en iyi, İslam dünyasını yakından tanıyan, Türkiye'nin de yakından tanıdığı Amerikalı gazeteci Stephen Kinzer izah etti:

Rasmussen'in atanması, "NATO'nun başına pek çok Müslüman'ın küfür yağdırdığı birini getirmekten mutlu olduğu mesajını verir... Taliban ve El Kaide'nin bunu, örgütün her şeyden önce İslam'a karşı nefretle yönetildiğinin kanıtı olarak göstereceğine hiç kuşku yoktur... Bu, Afganistan ile Pakistan'ı şimdiden saran alevlerin üzerine benzin dökmekten farksız bir iştir... NATO'daki tek Müslüman ülke Türkiye, bu tercihi veto edebilir... ama bunu yapmak zorunda bırakılmamalı. Başkan Obama ve Avrupalı müttefikleri akıllarını başlarına toplamalı ve NATO'nun başına milyonlarca Müslüman'ın nefret ettiği bir genel sekreter getirme yanlışından vazgeçmeli." (The Guardian, 25 Mart)

Umarım herkesten önce Rasmussen aklını başına toplar ve adaylıktan çekilir.
 
Kaynak: Zaman