Son günlerin dış politika tartışmalarının gözde mevzuu 'eksen kayması'na geçen hafta Türkiye'nin kuzeyden güneye uzanan komşularıyla ilişkilerinde kat ettiği yolu değerlendirerek bakmaya çalışmıştık. Peki Türkiye'nin 'sırtını döndüğü' öne sürülen AB cephesi? Avrupa'nın kendi ekseninde durum nasıl?
AB, son beş yılda kuruluşundan bu yana görülen 'federal Avrupa' rüyalarını iyiden iyiye gömdüğü bir süreç yaşadı. 'Değerler Avrupası'nın, 'Avrupalılık ruhu'nun giderek gerilemeye geçtiği bir dönem bu. 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'sı, önce Avrupa Topluluğu, ardından Avrupa Birliği'yle barış, dayanışma ve entegrasyon sürecine girmişti. Gel gör ki, birliğin 27 üyeye çıkarak 500 milyonluk bir coğrafyayı kapsar hale gelmesi, 21. yüzyılda ciddi tıkanıklıklar yaşanmasına yol açtı. Ve tüm çabalar 'bürokratik hantallıktan' kurtulup yapıyı işlevsel kılmaya hasredildi.
Avrupalı liderler 29 Ekim 2004'te Roma'da şaşaalı bir törenle Avrupa Anayasası'na imza koyduklarında 'federal Avrupa' rüyaları görenler nasıl umutlanmıştı. Zira bu metin Avrupa'nın ortak değerleri, bayrağı dahil tüm sembolleriyle bütünleşmesi ve her şeyin hukuki bir belgede ifadesini bulmasıydı. Diğer yandan karar mekanizması işlevsel kılınıp, 'AB Başkanı', 'AB Dışişleri Bakanı' gibi misyonlar da yaratılıyordu elbette. Gelgelelim Avrupa Anayasası referandumlarda yediği darbelerle çöpe giderken, yerine birliği işlevselleştirecek reformlardan ibaret 'Lizbon Anlaşması' ikame edilebildi. AB iki yıldır süren Lizbon'un onay sürecini ancak geçen ay sonunda tamamladı. Atlatılan badirelerse AB'nin hali pür mealinin göstergesi.
Misal, 2007'deki zirvede Polonyalılar 'oylama sisteminde' mızıkçılık yaptığında, kriz bu sistemin 2014'te yürürlüğe girmesi, üç yıl da opsiyonlu olması taviziyle atlatılmıştı. Britanya da kırmızı çizgilerini koyup, kendisini sendikal hakları genişleten, yargı ve polis sistemini etkileyebilecek temel haklar şartından muaf tutturmuştu.
O gün bugündür Lizbon anlaşması, halklardan döner kaygısıyla çoğu ülkede parlamento yahut hükümet tarafından onaylandı. En son onay pürüzünü çıkaran Çekya da, geçen haftaki zirvede vakti zamanında evlerinden sürülmüş Südetlerin toprak taleplerini engellemek için tıpkı Britanya gibi temel haklar şartından muaf tutularak ikna edilebildi. AB derinden bir 'ohhh' çekti çekmesine, lakin derdi bitmedi. Zira Britanya'da büyük olasılıkla bir sonraki seçimde iktidara gelecek
Muhafazakâr Parti, Lizbon'a daha çoook taşlar koyacağını şimdiden söylüyor. Neticede, karşımızda, üye ülkelerin dış politika, bütçe ve sosyal politikalarda hassasiyetlerine göre muafiyetler edindiği, zaten tek tek ulus devletler olarak veto haklarını korudukları bir AB var. Aslında ne ortak para biriminin uygulandığı avro bölgesine, ne de ortak vize politikası Schengen sistemine dahil olan Britanya'nın 'Serbest Ticaret Avrupası'nda somutlaşan bir birlik bu.
Hal böyleyken, zaten AB ile yıllardır gümrük birliği anlaşması bulunan Türkiye'ye 'imtiyazlı ortaklık' önerilmesi hem ironik hem de komik kaçıyor.
İlk bakışta 'samimi' görünen böylesi önerilerle, '70 milyonluk Müslüman Türkiye'nin birliğe girmesi halinde en güçlü ülkelerden biri olması ihtimalinden duyulan korku gizlenmeye çalışılıyor.
Zira 'genişleme yorgunluğu' içindeki AB; yönelimini belirlemekte zorlanıyor. Bir tarafta AB'yi olduğu gibi muhafaza yanlıları var. Diğer tarafta AB'yi küresel güç kılmak isteyenler ki, bu sonuncular Türkiye'ye duyulan ihtiyacın en iyi idrakinde olanlar. Misal, İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini'nin, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini, Fransa-Almanya arasındaki barış ya da Berlin Duvarı'nın yıkılışı kadar 'simgesel önemde' sayan tespiti. Yine Avrupa Komisyonu'nun Başkan Yardımcısı Günter Verheugen'in şu sözleri: "Bizim Türkiye'ye, Türkiye'nin AB'ye olduğundan daha çok ihtiyacımız var. Tüm bölgenin güvenliğinden söz edi-yorum. Türkiye Batılı devletler topluluğunda sağlam yer edinmek yerine, başka yol tutarsa, neler olacağını düşünmek gerek. Bu bizler için çok çok büyük risk."
'Korkunun ecele faydası yok' derler ya. Kimbilir, küresel güç olma arzusu uğruna belki de AB'nin 'eksenini kaydırması' gerekiyordur. Yoksa hiç düşündünüz mü, acaba 10 yıl sonra nasıl bir AB'yi tartışacağız?
Kaynak: Radikal