Çok abartmak da istemiyorum ama Barack Obama'nın hikâyesindeki temel unsurlar da üzerinde düşünülmeyecek gibi değil.
Ben Obama'nın bir kurtarıcı olduğunu, bir 'superman' olduğunu, bir devrimci olduğunu falan düşünmüyorum. Sonunda o bir Amerikalı politikacı. Keskin veya devrimci tarafları bir zamanlar vardıysa bile yeterince köreltilmeden, yeterince 'uzlaşmacı' olunmadan Obama'nın bugün geldiği noktaya gelmek imkânsız gibi bir şey.
Ama bu 'köreltme' meselesi sanıldığı kadar kötü bir şey de değil bence. Tam tersine, keskin bir bıçak olup pek çok potansiyel seçmeni dışta bırakmaktansa mümkün olan en geniş koalisyonu temsile yönelmek, demokrasinin uzlaştırıcı doğasında olan bir şey.
Size kısa bir alıntı:
"Siyasi bir mevkiye ilk kez aday olduğumda 35 yaşındaydım, hukuk fakültesini bitireli dört yıl olmuştu, yakın zamanda evlenmiştim ve genel olarak hayata karşı sabırsızdım. Illinois parlamentosunda bir koltuk boşalmıştı ve birkaç arkadaşım, insan hakları avukatı olarak işimin ve topluluk organizatörlüğü yaptığım günlerdeki bağlantılarımın beni geçerli bir aday yapacağını düşünerek aday olmamı önerdiler. Bunu eşimle tartıştıktan sonra yarışa girdim ve ilk defa aday olan herkesin yaptığını yaptım: Dinleyecek herkesle konuştum. İnsanların toplu halde bulundukları bütün toplantılara gittim, güzellik salonlarını kuaförleri dolaştım.
Eğer bir köşede iki adam duruyorsa onlara kampanya broşürlerimi vermek için yolun karşısına geçtim."
Bu Obama'nın siyasete başlayışının hikâyesi. Sokak sokak, dükkân dükkân gezerek, derdini anlatmaya çalışarak, uzun çileli bir yoldan, bir yandan kampanyanız için para
toplamaya çalışırken bir yandan siyasetinizi anlatmak...
Bizde ahkam kesenlerden hiçbiri siyaseti böyle anlamıyor. Onlara göre iki defa Hürriyet'e manşet olmak, üç TV programına tartışmacı olarak çağrılmak 'lider' olmak için yeterli. Oysa siyasete en alttan, doğrudan seçmenle temasla başlamak lazım. Siz seçmene bir şey ifade ediyorsanız, medya zaten arkadan gelir, sizi izlemeye başlar. Siz seçmene bir şey ifade ediyorsanız, kampanyanıza para da gelir.
Obama kampanyası, siyaset tarihinde toplanmış en büyük bağışı topladı, bugüne kadar yapılmış en pahalı kampanya oldu. Oldu ama bu para milyonlarca Amerikalı tarafından, 10, 20, 50 dolarlık dilimler olarak bağışlandı. Hiç kimse milyonlarca dolar bağışlamadı, bu çeşit bağışlar kabul edilmedi. Yani, kampanyaya para toplama işinin kendisi zaten
bir siyasi kampanyaydı. Obama en büyük parayı internet üzerinden yapılan bağışlarla topladı.
Bir alıntı daha:
"... Daha zengin ve güçlüleri mütemadiyen onaylayan politikalara öfkeliyim ve devletin herkese fırsat kapısını açmakta önemli bir rolü olduğunda ısrar ediyorum. Evrim,
bilimsel araştırma ve küresel ısınmaya inanıyorum; siyaseten doğru veya yanlış da olsa konuşma özgürlüğüne inanıyorum ve devletin herhangi birinin dini inancını kendiminki de dahil- inanmayanlara empoze etmek için kullanmasını istemiyorum. (...) Yalnızca ırksal kimlik, cinsel kimlik, cinsel yönelim ya da genel olarak mağdurluğa dayanan bir politikayı reddediyorum."
***
Sizin etrafınız nasıl bilmiyorum ama ben en azından son on yıldır sık sık 'Bir parti kursak da memleketi kurtarsak' diyen insanlarla karşılaşıyorum.
'Ah alternatif yok ki' cümlesi son altı yıldır en sık duyduğum yakınmaların başında geliyor.
Bu köşeyi okuyanlar, CHP'yi iktidar olmayı istememekle suçladığımı, CHP'nin bir kaybedenler partisi olduğunu ve daha da kötüsü bu halinden çok da şikâyetçi olmadığını yazdığımı biliyorlar. Benim CHP'den hiç ümidim yok; bu partinin misyonunu tamamlamış ve doğal ömrünün de sonuna gelmiş bir siyasi organizma olduğunu düşünüyorum.
Ve bana öyle geliyor ki Obama'nın başarı öyküsü, sadece operasyon açısından baksak bile, bir siyasi alternatif oluşturmak isteyenlere ümit vermeli. Çünkü Obama, 35 yaşında girdiği siyasette 47 yaşında Amerika'ya Başkan seçildi.
Demek ki çalışınca oluyormuş!

 

Kaynak: Radikal