İran'da seçim sonrası yaşanan karmaşa dünyaya sadece birkaç ay öncekinden çok farklı bir görüntü sundu. İran artık cuma hutbelerini ABD ve İsrail'e ölüm çağrılarıyla noktalayan Mahmud Ahmedinecad'ın ve Batı karşıtı mollaların ülkesinden ibaret değil. Bundan ziyade, hakları için ayağa kalkan, sonra düzmece mahkemelerde yargılanan milyonlarca insanın ülkesi. Daha da önemlisi, öldürülen Nida Sultan'ın ülkesi.
Bu gelişmeler, ABD'nin İran'ın nükleer programına yönelik uzun vadeli stratejisini yeniden düşünmesini gerektiriyor. Rejim derin bir meşruiyet krizi yaşıyor. Obama yöneminin muhalefeti destekleyip yaşananları sertçe eleştirmesi rejimin hoşuna giderdi, böylece muhalefet etkisini kaybederdi. ABD bu tuzağa düşmedi.
Tahran'ın birkaç seçeneği var: Nükleer müzakere masasına ciddi bir öneriyle katılabilir veya kaçamak yanıtlarını sürdürebilir. ABD de sıkışmış durumda; İran'la, hem muhalefeti yabancılaştırmadan hem de söz verdiği gibi nasıl temas kuracak? ABD'nin ihtiyacı olmayan şey tarihin tekrarı: Yani, İranlıların 20 yıl sonra onu, tıpkı 1953'te yaptığı gibi meşruiyeti olmayan bir rejimin tarafını tutmakla suçlaması. Peki ABD'nin ilerleme için verdiği son tarih ne olacak? İran Amerika'yla ihtilafından besleniyor ve temelleri Amerikan karşıtlığına dayalı. Obama'nın önereceği herhangi birşeyin bu çıkmazın aşılmasına yardım etmesi zor. Fakat alternatif bir yaklaşım daha var. ABD, İran halkıyla değil rejimiyle mücadele ettiğini açıkça dile getirmeli. Bir ilk adım mahiyetinde, askeri seçeneği tek taraflı olarak masadan kaldırabilir. İran'ın nükleer tesislerini bombalamak, sık sık dile getirilen 'bütün seçenekler masada' yaklaşımının bir veçhesi; İran bir bakıma haklı olarak bunu açık tehdit sayıyor.
Her halükârda, İran'ın nükleer tesislerini çeşitli yerlere dağıtmış olması, bir bombardımanın sınırlı etki yaratması ve pek çok Nida da dahil olmak üzere, sivil kayıplar verilmesi anlamına gelir. Rejim saldırıyı hoş bile karşılayabilir; zira insanları etrafında toplamasına yardım edecektir. İkincisi, ABD İran'ın bölgesel komşularıyla caydırıcı kapasite geliştirilmesi için görüşmelere başlamalı. ABD tedbirli ama İranlıların anlayacağı bir biçimde, bölgeye anti-füze teknolojisi yerleştirmeye başlayabilir. Üçüncüsü, yönetim bu değişimin gösterilerin ve sonrasındaki Stalinvari mahkemelerin doğrudan sonucu olduğunu ortaya koymalı. Dördüncüsü, ABD rejimi tahrik etmekten veya petrol üzerine konulana benzer ambargolardan kaçınmalı; bu ambargo, kaçakçılığı yürüten Devrim Muhafızları'nı zenginleştirirken, sıradan İranlıları yoksullaştırıyor. Şu anki yaptırımlarsa rejimin manevra alanını daralttıkları için sürdürülmeli.
Aslında ABD'nin böylece yaptığı şey, İran halkıyla aynı tarafta durmak ve topu İran'ın sahasına atmak olacak. Yanlış hesap yapan rejim hayatı için savaşıyor. İki hafta önceki cuma namazlarında, vaiz ne zaman cemaatten 'Amerika'ya ölüm' diye bağırmasını istese, insanlar 'Rusya'ya ölüm' diyordu. Bu, Moskova'nın seçimi tanıması karşısında duyulan nefreti yansıtıyordu. Peki askeri tehdidin yokluğunda, rejim nükleer silah yolunda ilerleme heyecanını bulacak mı?
Gerçek şu ki, bu rejim ABD veya uluslararası toplumdan ne kadar çok baskı gelirse gelsin ikna olmayacağını gösterdi. Benim önerim uzun vadeli: İran'ın ilkel bir nükleer silah geliştirmesi durumunda, ABD caydırıcı kapasiteyi çoktan yerleştirmiş olacak. Daha önemlisi ABD, rejimin halefiyle bir nükleersizleşme anlaşmasını müzakere etmek açısından daha iyi bir konumda olacak. (Abu Dabi'de İngilizce yayımlanan gazete, Lehigh Üniversitesi'nde profesör, 12 Ağustos 2009)
Kaynak: Radikal