Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın başı epey belada. Kendi vatandaşlarına karşı ölümcül güç kullanması ve haberlere göre yüzlerce insanı öldürmesi, rejimine karşı büyüyen direnişi dizginlemiş değil. Suriye’den gelen görüntüler, keskin nişancılara ve silahsız göstericileri vuran güvenlik güçlerine dair tüyler ürpertici hikâyeler anlatıyor. Esad’ın Baas Partisi’nden 200 üye, durumu protesto ederek istifasını verdi. Ancak Esad’ın sıkıntıları, komşu Türkiye için de sıkıntı anlamına geliyor. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, Suriye’yi ve tecrübesiz liderini bağrına basıyor. Türkiye, kendisine ve Suriye’ye yardım edebilir, fakat Washington’la da yakın çalışması gerekecek (belki bunu yapmaya başlamıştır bile).

İtibar kaybı riskini almak
Erdoğan’ın yaptığı açılımla Suriye ve Türkiye, 2009’da iki ülke arasında seyahat eden vatandaşları için vizeyi kaldırdı, ortak kabine toplantıları yaptı ve küçük çaplı bir askeri tatbikat düzenledi. Türkiye’nin Suriye’ye ihracatında patlama yaşanıyor. Bu tür bir entegrasyon, Türkiye’nin çok konuşulan ‘komşularla sıfır sorun’ politikasının köşetaşı niteliğinde.

Fakat Arap Baharı, Ankara’yı hazırlıksız yakaladı. Kendilerini demokrasi ve insan hakları savunucuları olarak takdim eden Türk liderler, Libya’da Muammer Kaddafi’nin ve şimdi de Suriye’de Esad’ın saldırılarını eleştirmekte yavaş davrandı. Kaddafi’nin ayakta kalıp kalmayacağından emin olamayan Ankara zarını attı. Salı günü Erdoğan, nihayet Kaddafi’ye çekilmesi çağrısında bulundu.

Ne var ki Suriye, Erdoğan’ın zihninde farklı bir yere sahip. Esad’a gerçek bir yakınlık duyuyor ve 1998’de Türkiye’yle savaşmanın eşiğine gelen bir ülkeden bir dost çıkarmış durumda. Esad rejiminin sona ermesi, bu kazanımlara zarar verebilir. Dahası, Suriye’nin çözülmesi hoş olmayacaktır. Suriye, küçük Alevi azınlığın iktidarın bütün kollarını (ordu, istihbarat ve diğer güvenlik birimleri, tek siyasi parti olan Baas ve ekonomik kaynakların büyük çoğunluğunu) kontrol ettiği, mezhebin son derece önemli olduğu bir ülke. Rejimin çökmesi halinde başa çıkılması gereken birçok sıkıntı olacak. Vizenin olmadığı bir ortamda, çatışmaların kızışması halinde on binlerce Suriyeli soluğu Ankara’da alabilir. Bütün bunlar, Türkiye’nin mevcut politikasını zora sokuyor.

Böyle bir politika izlemek, ekonomik gerekçelerle anlaşılabilir olsa da Türkiye, büyük bir itibar kaybı riskine giriyor. Türkiye’nin komşularının gözündeki popülerliğinde, Ankara’nın İsrail’e karşı yükselttiği gür sesinin de payı var. Ankara’nın Libya ve Suriye’de işlenen katliamlar karşısında sessiz kalması, birçoklarını hayal kırıklığına uğrattı ve fırsatçı olduğu izlenimini yarattı. Libyalılar Bingazi’de Türk konsolosluğunu protesto ettiğinde, Türk bayrağını yaktığında ve Ankara’yı Kaddafi’yle birlik olmakla suçladığında, Türkler neye uğradıklarını şaşırdı.

Türkiye’nin inatçı tutumu
Türkiye’nin inatçı tutumu, Batı’da da pek hoş karşılanmıyor. Libya konusunda Fransızlarla Türkler, herkesin gözü önünde birbirine girdi ve karşılıklı suçlamaların bini bir paraydı. ABD’de (bilhassa da Türk dış politikasına dair kuşkuların ayyuka çıktığı ABD Kongresi’nde) Ankara’nın sessizliği, Erdoğan’ın samimiyetsizliğinin ve tek taraflılığının yeni kanıtı olarak görülüyor.

Eksiklerine rağmen demokratik bir Türkiye, Suriye’nin antitezini temsil ediyor ve Ankara’nın daha ilkeli bir tutum sergilemesi o kadar da zor olmayabilir. Erdoğan, Esad’dan demir yumruğunu gevşetmesini istedi. İstihbarat şefini ve dışişleri bakanını Şam’a gönderdi, ama sonuç alamadı.

Esad’ın güvenli çıkışı
Erdoğan, ‘Esad biraderinin’ gitmesine üzülebilir, fakat şunu da anlamak zorunda: Suriye tankları sivil mahalleleri istila ettiğinde, geriye dönüş şansı kalmadı. Esad sonrası döneme düzenli bir geçişin bir an önce başlaması, Türkiye ve ABD’nin çıkarına. Beyaz Saray’ın Suriye konusundaki ölçülü açıklamaları, Obama yönetiminin rejimin ani çöküşünü bir kan banyosunun takip etmesi ihtimalinden endişe duyduğunun işareti.

İşte bu noktada Türkiye, Batı ve bilhassa ABD’yle yakın çalışarak hayati bir rol oynama potansiyeline sahip. Bunun işaretleri de var zaten. Erdoğan’ın, hâlâ kısık sesle olsa da Esad’a yönelik ilk kişisel eleştirisinin Obama’yla yaptığı telefon görüşmesinin ardından gelmesi muhtemelen tesadüfi değil.

Bölgede Ankara’nın Esad’a telkinde bulunma gücüne sahip olan pek az ülke var. Esad, Mısır’daki Hüsnü Mübarek hikâyesinin tekrarını görmek istemiyor. Ailesinin ve Alevi liderliğinin selametini güvenceye alan haysiyetli bir çıkış stratejisine ihtiyacı var. Bunu ayarlamak ve dikkatle uygulamak zaman alacak, çünkü Suriye’de sertlik yanlıları bir satışın kokusunu alırlarsa,Esad’a yüklenebilirler.

Türkiye’nin Esad’a karşı oynayacak önemli bir kartı da var. Erdoğan’ın Esad’a cephe alması halinde, bunun rejim üzerindeki psikolojik ve maddi etkisi büyük olur. Türkiye’nin Suriye’yle ilişkisi, tecrit edilmiş Şam’a geleneksel müttefiki İran’a sırtını dayamak zorunda kalmamasını sağladı. Velhasıl Türkiye’nin önünde, sergilediği yeni gücün gerçek olduğunu ve daha iyi amaçlar için kullanabileceğini gösterme fırsatı var. (Carnegie Vakfı’nda misafir öğretim üyesi ve Lehigh Üniversitesi’nde profesör, 4 Mayıs 2011)


Kaynak: Radikal