Nisan ayı baharın bütün ihtişamını gösterdiği bir aydır; hava ısınır, çiçekler açar, kuşlar daha bir nağmeli öter, yeryüzü gelinliğini giyer ve insanlar âşık olmaya başlar. Nisan tabiatın adeta raksettiği aydır. Ancak, herkesin yaşama sevinciyle dolduğu bu ayda, Türklerin başı çok ağrır.  
  
24 Nisan'la beraber her yerde sözde Ermeni soykırımı propagandaları hızlanır ve dört koldan Türkler ablukaya alınır. Birçok ülkede 24 Nisan'da "Ermeni mezalimini anma günü" adında etkinlikler yapılır; ve o gün, Türklerin ve Türklüğün toplu bir şekilde tezyif edildiği ve aşağılandığı bir gündür. Bu yüzden, yurtdışında yaşayan Türklerin bahar ayları çoğu zaman zehir olur ve bahar ortasında adeta ikinci bir kış yaşarlar.

Bugün dünyada 22 ülke sözde Ermeni soykırımını resmen tanımaktadır. ABD her ne kadar 1915-17 olaylarını federal seviyede henüz soykırım olarak tanımasa da, 50 eyaletten 40'ı resmen tanımaktadır. Her yıl 24 Nisan'da Beyaz Saray taziyeler yayımlamakta ve söz konusu olayları "korkunç" ve bir "milletin kıyımı" olarak nitelemektedir. California Valisi Arnold Schwarzenegger, geçen sene 22-29 Nisan arasını "Ermeni soykırımını anma haftası" olarak ilan etmiştir. Hatta, birçok Avrupa ülkesinde, sözde Ermeni soykırımını reddetmek Yahudi soykırımını reddetmekle eşdeğer tutulmaktadır. Bugün, Fransa ve İsviçre'de Ermeni soykırımını reddetmek suçtur. 2006'da Fransa parlamentosu Ermeni soykırımını reddedenleri 5 yıl hapse ve 45 bin Euro cezaya çarptıracak bir yasa tasarısı hazırlamıştır. Hollanda'nın iki büyük partisi, Hıristiyan Demokratlar ve İççi Partisi, 2006 genel seçimlerinde, üç Türk milletvekili adayını soykırımını reddettikleri için seçim listesinden çıkarmıştır. Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi hâlihazırda soykırımını resmen tanımaktadır. Hatta, 2006'da Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi daha ileri gidip, soykırımını tanımayı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne kabulü için ön şart olmasını önermiştir. Parlamentonun genel kurulu, bu teklifi aynı yıl büyük bir çoğunlukla reddetse de, Türkiye'yi -üyelik yolunda olan bir ülkeye yakışır bir şekilde- "geçmişiyle hesaplaşmaya" davet etmiştir. Amerika'da ise 2007 yılında sözde soykırımı, federal olarak tanınmaktan son anda kıl payı kurtulmuştur. Birçok kez direkten dönen bu tasarının, bir gün ABD Kongresi'nde kabulü, artık bu iddianın bütün dünyaca kabulünü hem kolaylaştıracak hem de hızlandıracaktır.

Bilgi eksikliği, güven kaybına sebep oluyor

Hal böyle iken, içerideki ve dışarıdaki Türklerin söz konusu soykırımın evrensel kabulünün politik, ekonomik ve kültürel etkilerini tam anladıkları söylenemez. Türk halkının ve politikacılarının kendilerini, çocuklarını ve torunlarını zaman sürdükçe olumsuz etkileyecek bu gelişmelere tepkisi genelde ya umursamaz ya da ansaldır. Bu meseleyi, birçok kişi sadece "Ali Babacan'ın sorunu" olarak görmektedir.

1915 olayları olağanüstü şartların eseridir. Türkiye'nin 2005 yılında Ermenistan'a bu olayların ortak bir tarih komisyonuyla çözülmesi çağrısı cevapsız kalmıştır. Ermeniler bu davayı Uluslararası Adalet Divanı'na da götürmekten kaçınmaktadırlar. Amerikan Ermeni Asamblesi'nden Brian Ardouny "Soykırımı tarihi olarak ispatlamamıza gerek yoktur, zaten politik olarak halihazırda kabul görmüştür." dediğine göre, aslında bu Ermenilerin tarihle yüzleşmekten çekindiklerini göstermektedir.

İtiraf etmek gerekirse, birçok Türk vatandaşı soykırım iddiaları konusunda hem 'bilgi' hem de 'bilinç' yoksunudur. Eğitim müfredatımız bizi bu tarihî konuda yeteri kadar bilgilendirmekten uzaktır. Birçok insanımız mevzuyu bilmediğinden, bu konuda pasif kalmaktadır. Konu hakkında eksik ve kulaktan dolma bilgiler de, insanımız üzerinde tereddütler oluşturmakta, güvenini sarsmakta ve dolayısıyla sesini kısmaktadır. Bu konuda yeteri kadar bilinçlendirilmediğinden de, ne konuya ilgi duymakta ne de kendini bu konuda yetiştirmektedir. ABD'de sözde soykırımını tanıyan eyaletlerden birisi de Türklerin en yoğun yaşadığı New Jersey'dir. New Jersey, Kongre'ye 13 tane temsilci göndermektedir. Bunlardan Bill Pascrell hariç hepsi Ermeni soykırımı lehine oy vermiştir. İlk soykırım tasarısının ana sponsorlarından birisi olan Frank Pallone da New Jersey temsilcisidir. Eyalet temsilcileri 60-100 bin oyla seçilmektedir. Birçoğu, seçimlerde bir sonraki rakibini 5-10 bin oyla ancak geçebilmektedir. Türk sayısının ise New Jersey'de yüz binleri bulduğu söylenmektedir. Eyaletteki neredeyse her kasabanın ana restoranının, benzin istasyonunun sahibi bir Türk'tür. Boyacılık ve inşaat sektöründe önemli hâkimiyetleri vardır. Hayrettir ki, seçilmek için 5 bin ekstra oya ihtiyaç duyan bu temsilciler, yazın seçim bölgelerine döndüklerinde Türklerin hışmına uğramaktan korkmamaktadır. Lobicilik alanında yaptığımız bölgesel çalışmalar göstermiştir ki, bu 13 temsilciden ikisi, Türk restoranlarının 10 yıllık değişmez müşterisi, sahiplerinin sabah kahvesi dostudur.

İnsanımız bu sorunun Ali Babacan'ın değil de kendi sorunu olduğunu er geç anlayacaktır. Mühim olan geç kalmamaktır. Soykırım tasarısı henüz ABD Kongresi'nden geçmemiştir. Geçtiği an, artık bütün dünyada durdurulamaz noktaya gelecektir. Eğer bu iddialar genel geçer kabul görürse, her yerde Türkler çok zor duruma düşecektir. Fransa ve İsviçre'de olduğu gibi, birçok yerde maddi ve hapis müeyyideleri uygulanmaya başlanırsa, artık böyle bir şeyin olmadığını ancak Türkiye'de birbirimize söyleyebilir hale geleceğiz. Bugün, henüz bu iddialar uluslararası kabul görmediği için, bizler şimdilik dinlenilmekteyiz. Şu an mahkeme halindeyiz, davalıya da davacıya da söz hakkı verilmektedir. Eğer bu iddialar Yahudi soykırımı statüsünde kabul görürse, "böyle bir şey yok" bile diyemeyecek, ancak içimizden geçireceğiz. Dünyaca meşhur, Ortadoğu tarihçisi Princeton Profesörü Bernard Lewis, Fransız Gazetesi Le Monde'a 1993'te verdiği bir mülakatta Ermeni kayıplarını bir soykırım olarak görmediğini bildirmesi üzerine Ermeni lobicilerince Fransa'da 4 ayrı suçtan mahkemeye verilmiştir. Bunların birisi cezai, diğer üçü de sivil suçlamalardır. Lewis üç suçlamadan kurtulmuş ama Ermeni acılarını tahfif ettiğinden para cezasına çarptırılmıştır. Bu da gösteriyor ki, Bush'un tarih danışmanı olan, dünyanın en güçlü birkaç üniversitesinden birinde profesör olan ve dünyaca meşhur birisinin bile bu konuda madara edildiği düşünülürse, bu olayın genel kabul görmesiyle bizim inkâr ettiğimiz zaman ne hale düşeceğimizi kestirmek zor olmasa gerek. Ayrıca, 24 Nisan'larda bütün televizyonlarda, gazetelerde, resmi ve sivil makamlarda bugünün anıldığını ve Türklerin ne kadar barbar ve cani olduklarını anlattıklarını düşünün. Bu konuda sabahtan akşama soykırım belgeselleri ve filmlerini gösterime sunduklarını farz edin. Bu asılsız yakıştırmaların okul kitaplarına girdiğini, olayın adına soykırım müzelerinin kurulduğunu düşünün.

Ekonomi büyük zarar görür

Almanya, Yahudi soykırımı suçlamalarından çok çekti. Ama o süper bir devletti. Zayıf ve kırılgan ekonomisiyle, politik yapısıyla ülkemizin bu konuda zararı çok daha büyük olacaktır. 11 Eylül sonrası Batı'da Müslümanlar çok zor günler yaşamıştı. Müslümanlar potansiyel terörist muamelesi görmüş, sırf isminden dolayı iş bulamamış ve güvenliği konusunda sıkıntı gören birçok Müslüman ülkesine dönmüştü. 24 Nisan'lar sonrası Türklerin bu kadar acımasız propagandaya tabi tutulduğunu; tırmandırılan nefretle, Türk mallarının, Türk işletmelerinin, Türk turizminin boykot edildiğini varsayın. Bu durumda dışarıda yaşayan Türklerin ya kimliklerini saklamaları ve asimile olmalarından ya da artan "mahalle baskıları" sonucu yurda dönmelerinden başka bir çare kalmayacaktır. Zaten Anholt Ulusal Marka İndeksi'ne göre şimdi 40 ülke içerisinde uluslararası marka değeri 34 olan Türkiye'nin o zaman ne duruma düşeceğini kestirmek zor olmasa gerek. Avrupa Birliği'ne kabul için kamuoyu desteğine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir anda, bu tur Türklük karşıtı propagandalarının etkisini düşünmek ve hazır olmak gerekmektedir.

Sun Tsu adlı bir Çinli generalin söylediği gibi "taktiği olmayan bir strateji zafere giden en yavaş yoldur. Stratejisi olmayan bir taktik ise sadece hezimet öncesi bir gürültüdür". Türk toplumu olarak yurtdışında sayımız ve ekonomik gücümüz sınırlı olduğundan, lobicilik faaliyetlerini çok akıllı ve etkin yapmak durumundayız. Başkalarının uzun zamanda ve büyük kaynaklarla yaptığını biz çok daha azıyla ve kısa zamanda yapmak istiyorsak, çok kurnaz ve çevik olmalıyız. Etrafımızı saran ivedi sorunlarla mücadele için, maalesef 50 ya da 100 yıl gibi bir lüksümüz yok. O anlamda Amerika'daki ve Avrupa'daki lobicilik sistemini iyi çalışmak gerekmektedir. Mücadele alanını çok iyi etüt ettikten sonra, kaynaklarımızı iyi bilmek, onları organize edebilmek ve çok çabuk şekilde harekete geçirebilmek başarının anahtarı olacaktır. Türkiye ekonomik ve politik olarak güçlü olursa, birlik ve beraberliğini pekiştirirse, bu tür saldırıları etkin bir şekilde göğüsleyebilir. Politikacıları birbirine düşmüş, ekonomisi çatırdayan, insanları birbirini sevmeyen ve saymayan, belirsizlik içinde bocalayan arabesk bir ülke ise, dünyayı umursamaz görünmektedir. Küresel ekonomik riskin en zirveye çıktığı bir dönemde, politik kaosa sürüklenen bir ülke her türlü tehlikeye maruz kalır. Bu ülke hepimizin, maazallah gemi batarsa hepimiz batacağız. Batan bir geminin en üstünde olsan ne olur? 
 
Kaynak: Zaman