Futbol asla sadece futbol değildir derler. Kopenhag, Türkiye için tarihî bir şehir. 2000 yılında bu şehirde Türkiye, birinci dünya ile üçüncü dünya arasındaki makasın her alanda hızla daraldığının bir diğer işaretini spor üzerinden göstermişti.
Kopenhag bugünlerde bir diğer tarihî mücadeleye tanıklık etmektedir. 7 Aralık'tan beri Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı çerçevesinde birinci ve üçüncü dünyadan 15 bini aşkın üst düzey bürokrat ve politikacıya ev sahipliği yapmaktadır. Amaç, 2012'de sona erecek olan Kyoto Protokolü'nü yenilemektir. Bu konferans, basit bir çevrecilik konferansı değildir. İnsanlık tarihi için kırılma noktalarından birisidir. Bu şirin Viking şehri şimdilerde gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında iklim değişikliği üzerinden amansız bir mücadeleye sahne olmaktadır. Oyunun kurallarının yeniden belirlendiği bu toplantıda, eğer fakir ülkeler oyuna gelirse, şimdiye kadar kazandıklarının hepsini geri verme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Gelişmekte olan ülkeler son otuz yılda inanılmaz ekonomik mesafeler alarak toplamda zengin ülkeleri yakalamıştır. Örneğin Çin, çok gerilerden gelmesine rağmen, 1970'ten beri her sene ortalama % 10 civarında büyüyerek, ekonomisini her 8 senede bir ikiye katlamış, üç sene önce İngiltere'yi, geçtiğimiz sene de Almanya'yı sollayarak dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olmayı başarmıştır. Yalnız bu yarış yanlış bir zemine oturmaktadır. Batı'nın iki yüz yıllık sanayileşme geçmişi de, üçüncü dünyanın son çeyrekteki hızla yükselişi de "cehennem yakıtları" denen kömür, petrol ve doğalgaz üzerine bina edilmiştir. Karbon teknolojisine dayalı büyüme politikaları sonucu asırlardır büyük zarar gören çevre, artık alarm vermektedir. Çin, enerji fakiri bir ülkedir. Hızlı büyümesini idame ettirmek için her türlü enerjiye ihtiyacı vardır. Bugün Amerika'dan sonra en fazla petrol ithal eden ikinci ülkedir. Çin'in tek zengin olduğu yakıt kömürdür. Çin'de haftada iki tane kömürle enerji üreten bir tesis dikilmektedir. Bu kara elmas, Çin'in kükreyen ejderhasına ucuz yakıt olurken, havayı da hızla karartmaktadır.
Tabiri caizse, Çin'in ekonomik mucizesi kara bir mucizedir. Çin, Amerika'yı 2008'de sollayarak, dünyanın havaya en fazla kirli gaz salan ülkesi haline gelmiştir. Tevekkeli değil, dünyanın en kirli 5 şehri bugün Çin'dedir. Çin'de çöplerin ancak % 20'si çevreye uygun yok edilmektedir. Çin nüfusunun üçte biri kirli hava soluduğundan, senede 400 bin insan kanser olmaktadır (Pekin'de ölümcül kanser vakalarının % 70-80'i hava kirliliği ile alakalıdır). Ayrıyeten, Çin'in 7 büyük nehri sanayi atıkları yüzünden hayati fonksiyonunu yitirmiştir. Artan hava kirliliği ve beraberinde gelen ısınmayla, Çin'in nehirlerini besleyen Himalayalardaki buzullar hızla erimekte ve ülkenin büyük bir kısmı kum fırtınalarına maruz kalmaktadır. Meşhur Sarı Nehir'in suyu üçte iki azaldığından artık denize ulaşmamaktadır. Bugün, Çin'in % 25'i temiz içme suyundan yoksundur. Hava kirliliği sebebiyle, Çin topraklarının üçte birine asit yağmurları düşmektedir; son 50 yılda, Çin'de kullanılabilir arazi miktarı % 50 düşmüştür.
"ÇİNDİSTAN" DİRENİYOR
Çin hızlı kalkınmak için bırakın çevreyi, ideolojisini bile bir kenara itmiştir. 1979'da Çin'in efsanevi lideri Deng Xioping, "Beyaz kedi, siyah kedi, mühim olan fareyi yakalayıp yakalamadığıdır!" dediğinde, Çin eski "dinini" terk edip direksiyonunu kapitalizme kırmıştır. Çin otoritelerine çevre sorunları hatırlatıldığında, "Bu kaygı şimdilik çok lüks, Çin ne zaman zenginleşirse, bu sorunun çaresine o zaman bakarız" demektedirler. Dolayısıyla, Çin'in bugün tek ideolojisi GSMH'ciliktir. En büyük ideali, ne olursa olsun, her sene en az % 8 büyüyebilmektir. Asya uzmanı Nayan Chanda'ya göre Çin'in bu takıntısını anlayabilmek için 1994 yapımı "Hız/Speed" filmini seyretmek gerekiyor. İki Oscar ödülü almış bu filmde bir şantajcı (Dennis Hopper) devletten yüklü bir fidye talep etmek için Los Angeles'ta bir halk otobüsüne bomba yerleştirmiştir. Bomba öyle hince tasarlanmıştır ki, otobüs, hızı saatte 50 milin altına düştüğü an, infilak edecektir. Özel timden bir polisi oynayan Keanu Reeves helikopterle otobüse iner ve yolcular içerisinde bir bayanı oynayan Sandra Bullock'la beraber Los Angeles'ın yoğun trafiğinde hızın hiçbir zaman 50'nin altına düşmemesi için amansız mücadele verir. Nayan'a göre Çin işte o otobüstür. Ekonomisinin hızı yılda % 8'in altına düştüğü an, Çin infilak edecektir. 1,3 milyar insanın yaşadığı ve bunun üçte birinin fakirlik sınırında olduğu bu ülkede işsizlik hızla artacak, homurtular başlayacak, nihayet Çin patlayacaktır. Bu yüzden Çin'le halkı arasında gizli bir antlaşma vardır. Halk komünist partiyi sorgulamayacak, demokrasiye takılmayacak, yönetim de halkın refahını artıracaktır.
Ancak, Çin ve dünya hızla kalkınırken, karbon sevdasından vazgeçmezlerse bu asrın sonunda küresel sıcaklığın ortalama 6°C artması bekleniyor. 1850'den beri sanayileşen dünyanın sıcaklığı sadece 0,8°C arttı. Hafif bir ateşlenmede ekolojik dengeye neler olduğunu hep beraber gördük. Buzul çağıyla aramızdaki sıcaklık farkı sadece 5-6°C'dir. O yüzden, bilim adamları 2050'ye kadar sıcaklığın, 2°C'den fazla artması halinde geri dönüşü olmayan bir yola gireceğimizden korkmaktadırlar. Bunun için dünyanın ısınmasına neden olan sera gazlarının yarı yarıya azaltılması gerekiyor. Bu konuda tüm ülkeler ittifak etmiş durumda. Ancak, bu düzenlemenin bir maliyeti var. 2006'da İngiliz hükümeti için hazırlanan meşhur 'Stern Çalışması'na göre, bu önlemlerin senelik maliyeti dünya ekonomisinin % 1-2'si kadardır. Kopenhag'daki en büyük tartışma konusu bu maliyeti kimin ödeyeceğidir. Gelişmekte olan ülkeler "savaş tazminatı" gibi, zengin ülkelerden tazminat istemektedirler. "İki asırdır atmosferi siz kirlettiniz, siz temizleyin!" demektedirler. Ayrıca, fakir ülkeler daha temiz bir üretim teknolojisine geçiş için, Batı'dan teknik destek ve hibe beklemektedirler. Bu şikâyet kampının başını da Çin ve Hindistan çekmektedir. Batı ülkeleri de Çin'e ve diğer hızla kalkınan ülkelere, "siz de şimdi en az bizim kadar kirletiyorsunuz, o yüzden hesabı yarı yarıya bölüşelim" demektedir. 'Çindistan'ın başını çektiği yükselen ülkeler bu haksızlığa karşı infial gösterince, zengin ülkeler geri adım atmak zorunda kaldılar. Geçtiğimiz yaz, İtalya'daki G-7 toplantısında sera gazı salınımını azaltma konusunda 2050 için daha önceki % 50 taahhütlerini % 80'e çıkardılar. Bu jestle gelişmekte olan ülkelerden % 50 kesinti sözü beklediler. Ancak bu konuda 'Çindistan'ın başını çektiği gelişmekte olan ülkeler hâlâ direnmektedirler. Kopenhag'da müzakereler kimin ne kadar fedakârlıkta bulunacağı, maliyeti kimin ödeyeceği, karar verilirse bunun nasıl tatbik edileceği konularına düğümlenmiştir. Buradan güçlü veya zayıf, ama olumlu bir sonuç çıkacağı beklenmektedir.
BATI, TEKNOLOJİSİNİ VE OYUN KURALLARINI DEĞİŞTİRİYOR
Benim dikkat çekmek istediğim konu bambaşka. Gelişmekte olan ülkelerin direnmeleri yersiz gözüküyor. Batı ülkelerinin 2050 taahhütlerini % 80'e çıkarırken bir bildikleri var. Kyoto Protokolü'ne şimdiye kadar en fazla riayet eden AB ülkeleri Kopenhag'da daha fazlasına gönüllü olurken, aslında önemli bir ipucunu açığa veriyorlar. Zengin ülkeler bu dönüşüm için kararlılar ve [neredeyse] hazırlar. Obama yönetimi göreve geldiğinde üç ana hedef belirlemişti: Eğitim, sağlık ve çevre. ABD, kriz esnasında işleme soktuğu 800 milyar dolarlık kurtarma paketinde eğitim ve sağlıktan sonra, en büyük kalemi yenilenebilir enerji ve araştırmaya ayırmıştı (91 milyar). Çevre konusunda alınan önlemler sayesinde 8 milyon kişiye yeni iş alanı açılacağı beklenmektedir. Yükselen ülkelerin hızla sanayileşmesinin çevre sorunlarını daha da artıracağı, dolayısıyla bu sorunları önleyecek veya hafifletecek sektörlere talep patlaması olacağı tahmin edilmektedir. Bugün Batı'da gençlere geleceğin mesleklerinin doktorluk değil, "yeşil meslekler" olacağı telkini verilmektedir.
Batı bu dönüşümün er veya geç gerçekleşeceğini düşünmekte ve ona göre hazırlıklarını yapmaktadır. Ancak, bugün rüzgâr, termal, biyo-dizel, güneş, dalga, nükleer enerjiyle üretim yapmak daha pahalıya mal olmaktadır. Batı üretimde yeni ama daha pahalı enerji alanlarına yönelirken, eski ama daha ucuz teknolojiyle üretime devam edecek Doğu'ya elbette rekabet avantajı tanımayacaktır. Batı teknolojisini değiştirirken, Kopenhag Kriterleri'yle de bunu yasal mecburiyet haline getirmeye çalışıyor. Yani, eski teknolojiyle çalışmak avantaj değil, yakında dezavantaj olacak. Fransa ve Amerika çevreyi kirleten teknolojiyle üretim yapan ülkelere "sınır giriş vergisi" koyabileceğini söylemektedir. Dahası Türkiye ekonomisinin yarısı kadar satış cirosu olan dev perakende şirketi Wal-Mart, şu sıralar "çevre duyarlılığı etiketi" üzerine çalışmaktadır. Bilim adamlarından, çevrecilerden, tedarikçilerden oluşturduğu büyük bir heyet, her ürünün imalatı sırasında ne kadar su tükettiği, enerji harcadığı, havaya kirli gaz saldığı gibi çevre konularında karne çıkaracak. Bu konuda yalnız kalmamak, değişik standartlara engel olmak için de diğer büyük perakende firmalarını (Targets, Costcos ve Tescos) da yanına almıştır. Wal-Mart bu projeyi 5 sene içerisinde işleme sokmayı planlıyor ve tedarikçilerini şimdiden uyarıyor. Yani, kısa zaman sonra, temiz enerjiyle üretilmeyen hiçbir ürün belki kendisine Batı'da bir raf bulamayacak. Bu dönüşümün Türkiye gibi gelişmiş ülkelere çok büyük çağrışımı var. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler üretiyor, zengin ülkeler tüketiyordu. Bizim en büyük müşterimiz Avrupa Birliği, Çin'inse Amerika. Wal-Mart her sene Çin'den 20 milyar doları aşkın mal çekiyor. Batı kirli teknolojisini gelişmekte olan ülkelere kaydırmıştı. Artık temiz olarak üretme teknolojisini elde edince, bunun mevzuatını Kopenhag'dan geçirince, üretimi tekrar gelişmiş ülkelerden evine çekecektir. Ya da ürettiği temiz teknolojiyi gelişmekte olan ülkelere kullanma şartı getirecektir. Bu Amerika'nın ve Batı'nın yeniden doğuş hamlesidir. İşin çevrecilik faziletiyle ilgisi kalmamıştır. Artık, havayı kirletmemek lüks değil, bir yaşam meselesidir. Havayı kirletmeye devam edersek, kıyamet belki 2050'den sonra kopacak, ama kirli teknolojiyle üretenler için kıyamet daha yakın! 5 sene mi desek?
PROF. DR. İHSAN IŞIK ROWAN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
Kaynak: Zaman