Kelimeler, deyimler eskir mi acaba? Kullana kullana bazı sözler aşınır mı? Ya da güzelim kelimeleri ve atasözlerini yanlış ve ehilsiz ağızlarda duyunca gönlümüz geçer mi?

Aklım erdiğimden beri sabah akşam duyduğum şeydir, "birlik ve beraberlik", "huzur ve barış", "eşitlik ve adalet" gibi dilekler. Genellikle de birilerini bir şeye sevk etmek için kullanılır. Özellikle de güven ve esenlik telkin etmek için başvurulur. Bu aslı güzel sözcükler yeter gelmezse, yeşilin veya kırmızının tonu biraz artırılır, yüce ve ulusal değerler devreye sokulur. Bazen kelimeler ve deyimler korsanların ellerine geçer. Üzerlerinden terör estirilir. Kasteden de kastetmeyen de kullandığı için zamanla kafalar karışır. Anarşi doğar. İyiyi kötüden ayırt edemeyen masum insanlar artık kimsenin lafına itimat etmez hale gelir. Özellikle de birlik, beraberlik, kardeşlik diyenlerden korkmaya başlar. Ünlü düşünür Emerson, "Namuslu olduğunu daima söyleyen insanlardan şüphe ediniz." der. Böyle bir kaosta, riya olarak algılanacağı için, gerçekten bu dileklerin müdafii sağduyulu insanlar zamanla ortalıktan çekilirler. O zaman meydan haramilere kalır. Çoğu zaman bin bir özveriyle oluşturulan birlik ve beraberlikler yanlış ellerde hüsranla sonuçlanır. Ya da istenilenden fazla birlik ve beraberlik oluştuğu için birileri böyle bir gücü tehdit olarak görür. Bizde üstyapı, kendi oluşturmadığı özel birliklere ezelden soğuktur. Bir ve beraber olduğuna pişman ederler insanları bazen. Bu devletçi zihniyet altında, ülkemiz içeride ve dışarıda hem sosyal hem de ekonomik olarak yıllarca güdük kalmıştır.

Amerikan Kongresi'nde sözde Ermeni soykırımı tasarısı tüm aksi uğraşlara rağmen gündeme alınmadı. Emeği geçenlerin alınlarından yanaklarından öpmek gerek. Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi iki müttefik ülkenin ilişkileri bir avuç azınlığın keyfine esir düşmedi. Tabiri caizse, hiçbir şeyden çekmedi Türk milleti bu soykırım ithamından çektiği kadar. Bundan önce, bu mesele bizde neredeyse ince hastalık yapmıştı. Demokles'in kılıcı gibi devamlı tepemizde bir tehdit olarak tutuluyordu. Çoğu zaman kafatasımızda çizik bırakıp kınına sokulan bir kılıçtı bu. Peki devamlı bizim dışımızdaki kozmik dengeler nedeniyle son anda direkten dönmesine rağmen, bu kez ne oldu da bu tasarı daha anne karnına düşmeden önlenebildi? İçeride ve dışarıda bir ve beraber olduğumuz için bu işi başardık demek çok zor. Zira, ABD'de bünyesinde onlarca dernek bulunduran kadim kuruluşlarımızdan biri birkaç hafta öncesine kadar, (hatta en son çok uzaklardan misafir bir dava büyüğünün huzurunda) Türk Amerikan toplumunun dağınıklığından, perişanlığından, söz dinlemediğinden, hatta otuz saniye dahi memleket meselelerine vakit ayırmadıklarından yakınıyordu. O zaman bir iki haftada toplumumuz bu kırk yıllık "yarı-resmî" çatılar altında cuşu huruşa geldi de, tasarı kadük mü oldu?

Birlikten gerçekten kuvvet doğar. Ancak, bence bu kez kuvvetten birlik doğdu. Türkiye ekonomik ve siyasi olarak şu an daha güçlü bir ülke. Güçlenen bu ülkeyi üzmenin alternatif maliyeti oldukça yükseldi. Bu kez art niyet besleyenler iki kez düşünmek zorunda kaldı. Bunun bir yansıması olarak, cesaretlenen Türk diasporası son yıllarda ciddi bir uyanma yaşıyor. Dışarıda hem sayımız, hem niteliğimiz, hem de bilincimiz oldukça arttı. Türk toplumunun yeni bir yüzü oluştu. Avusturyalı ünlü ekonomist Schumpeter'in "yaratıcı yıkım=creative destruction" tabiriyle, yeni ve dinamik oluşumlar eski ve hantal (siyasi ve ekonomik) yapıları serbest piyasa ortamında diskalifiye etti. Güçlenen bu iç ve dış yeni güçler biraz omuz verince şu anki "pembe tablo" oluştu. Başarı ve güç, dost ve itibar kazandırarak caydırıcı hale geliyor. Haklının değil de güçlünün sözünün geçtiği bu nizam-ı âlemde Türkiye'nin, her türlü platformda hakkını alması için güçlü olmaktan başka çaresi yok. Eskiden birlikten kuvvet doğardı. Şimdi kuvvetten birlik doğuyor. Neden bütün (çevre) yollar artık İstanbul'a çıkıyor?

* Prof. Dr. İhsan Işık - Rowan Üniversitesi Öğretim Üyesi & ATCOM Başkanı

Kaynak: Zaman