Türk basınına baktığınızda NATO Zirvesi’nin Türkiye açısından olumlu geçtiği düşüncesi hâkim. Hatta bazı yorumcular zirveyi Türkiye’nin zaferi olarak yorumluyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün Sarkozy’yi nasıl azarladığı, Obama’ya her istediğini kabul ettirdiği vs. konuşuluyor.

Muhalifler ise iki gruba toplanmış durumda; ilki müzmin, AK Parti’den ne gelse karşılar. Nitekim Zirve’yi “AKP Dış Politikası Lizbon’da Çöktü” diyecek kadar uçuk yorumlayanlar da oldu. Diğer taraftan bazı muhalifler hükümeti Lizbon’da İran’ı (ve İslam dünyasını) ‘satmakla’ ve Batı’ya kalkan olmakla suçladılar.

Eleştirilerden başlayacak olursak, öncelikle karşı-füze sistemi bir savunma sistemi, saldırı değil. Başka bir deyişle saldırı olursa gelen füzelere karşı koymak üzere tasarlanmış bir sistem. Bu durumda İran NATO ülkelerine saldırmadığı sürece sorun yok. Diğer taraftan NATO’nun saldırı sistemleri zaten mevcut: Örneğin ABD’nin Avrupa’da 200’den fazla atom silahı var ve bunlardan bir kısmı Türkiye’de konuşlu. İkinci olarak Türkiye NATO’nun 28 üyesinden sadece biri. ABD, Fransa ve diğer üyeler Türkiye istemese de İran’a zaten saldırabilirler. Başka bir deyişle Türkiye’nin gücünü abartmamak gerekiyor. Türkiye bu tür çatışmaları engellemek için elinden geleni yapıyor, ancak unutmamak gerekir ki Türkiye’nin öncelikli görevi İran’ı değil, kendisini korumak. Öte yandan bu konuda İran’a da bazı görevler düşüyor. Lizbon’da zirve yapılırken füze denemesi yapmak Batı’yı kışkırtmaktan başka bir işe yaramıyor. Başka bir deyişle Türkiye mahallesinde kavga istemiyor, fakat kavga etmek isteyenler için kendisini siper edecek hali de yok.

Asıl sorun güvensizlik

Aslına bakarsanız zirvede beklenmedik bir gelişme olduğunu söyleyebilmek zor. Komutanın kimde olacağı türünden konuşmalar zaten bu zirveden beklenmiyordu. Tartışmalar ilke bazında oldu ve ilkeler düzeyinde de ciddi bir sorun çıkmadı.

Türkiye’nin NATO’dan 3 temel isteği vardı: 1) Füze sistemi hiçbir ülkeye karşı olmasın, kararlarda ülke adı geçmesin, 2) Sistem Türkiye topraklarının sadece bir kısmını değil, her karış toprağını korusun, 3) Sistem tamamıyla bir NATO sistemi olsun ve kullanımında tek bir devlet değil, ortak komuta anlayışı hâkim olsun.

Bu talepleri dikkate aldığımızda Türkiye’nin tüm taleplerinin, en azından söylem düzeyinde yerine getirildiğini söylemek mümkün. Kararlarda hiçbir devlet düşman olarak tanımlanmadı ve diğer talepler de haklı bulundu. Fakat görüntüye bakarak istediklerimizin tamamını aldığımızı söylememiz kolay değil. Aslına bakarsanız isteklerimizin gerçek anlamda gerçekleşmesi en azından şu aşamada mümkün değil. Çünkü Türkiye ile bazı NATO üyeleri arasındaki sorun füze veya Afganistan gibi tali konular değil. Sorun güven ve bakış açısı sorunudur ve bu sorunlar aşılmadan masaya gelecek her konuda anlaşmazlıklar olacaktır. Karşılıklı güvensizlik en net ifadesini zirve boyunca Gül-Sarkozy çekişmesinde kendisini gösterdi. Sarkozy, kararlarda İran isminin mutlaka yer almasında ısrar ederken hedefinde İran’dan çok Türkiye vardı. Sarkozy ayrıca Türkiye’yi Kıbrıs nedeniyle de eleştirdi ve temel ilkelerden bahsetti. Merkel de Sarkozy’e destek verince Gül’ün cevabı daha ağır oldu ve AB’yi ilkelerine bağlı kalmamakla suçladı. Ayrıca Gül yeni bir Irak istemediklerini söylerken ABD ve Batı Avrupalı müttefiklerinin bakış açılarının ne kadar hastalıklı olduğunu da ima etmiş oldu. Sözün özü Türkiye Batı’ya “ben size İran konusunda hiç mi hiç güvenmiyorum” demiş oldu. Meseleye bu açıdan bakacak olursak güvenin olmadığı yerde sorunların halledildiğini söyleyebilmek mümkün değildir.

Türk diplomasisinin başarısı

İran da, Türkiye de, ABD de, yani herkes biliyor ki füze sisteminin hedefindeki ülke İran. Başka bir ifade ile İran konusunda NATO’yu ikna etmiş değiliz. Görünüşe göre yakın bir zamana kadar ikna etmek söz konusu değil. Aynı durum Afganistan ve terörle mücadelede de geçerli. Batı kimseyi dinlemeye niyetli görünmüyor, kafasının dikine gidiyor. Kâğıt üzerinde herkes mutabık olsa da ne PKK konusunda, ne de küresel terörle mücadelede Türkiye ile müttefikleri arasındaki farklar giderilebilmiştir. Üstelik bu farklar bazılarının iddia ettiği gibi AK Parti’nin ideolojik referanslarından veya mevcut liderlerden kaynaklanmıyor. Füze kalkanı, İran veya Afganistan konusunda ne CHP, ne MHP ne de başka bir parti mevcut anlayıştan farklı düşünüyor. Kısacası NATO ile Türkiye arasındaki fark hükümetten değil, şartların köklü bir şekilde değişmesinden kaynaklanıyor. Değişim, ittifak ilişkilerinde yönetilmesi çok güç bir basınç oluşturuyor. Bu açıdan bakıldığında Lizbon Zirvesi Türk diplomasisi açısından çok başarılı geçmiştir. Türkiye İran’ı ve Batı’yı rahatsız etmeden, kendi çıkarlarını da koruyarak zirveden alnının akıyla çıkmıştır. Bu başarı görmezden gelinemez. Diğer taraftan bu başarıdan hareketle sorunların çözüldüğünü düşünmek ve zafer sarhoşluğuna kapılmak da ölümcül sonuçlara davetiye çıkarabilir. Lizbon’da füze sistemi de dâhil hiçbir sorun çözülmüş değil. Aksine süreç daha yeni başlıyor. Türkiye ilk engeli aştı, fakat engeller bir değil, iki değil.

Kaynak: Star