Emekli tümgeneral Halife Hafter’in açıklamalarına göre, Libya’da yapılan askeri darbenin temel hedefi, ülkeyi Müslüman Kardeşler’den temizlemek yönündeydi. Gerçekte ise operasyon, geçtiğimiz Şubat ayında televizyon ekranında başlatılıp meşru müesseselere kadar uzanan bir karşı devrim niteliği taşıyordu. Günler öncesinde Hafter’in askerlerinin Bingazi’de düzenlediği saldırılar, sonrasında parlamentoya sıçramış ve bunun sonucunda da ordu içinde bölünmeler baş göstermişti.   

Hafter’in -genelde El Kaide ve türevleri için kullanılan- “aşırılık yanlısı gruplar”ı yok etme sloganını terk edip birden Libya’yı Müslüman Kardeşler’den temizlemek gibi bir misyon yüklenmesi, Tunus’ta olduğu gibi, siyasi fikir ayrılıklarının barışçıl yollarla çözümlenmesi şekliyle değil de Mısır’daki gibi askeri güçle, ülkenin devrim yürüyüşünü sona erdirmek isteğini gün yüzüne çıkarıyor. Libya ve Mısır arasında İslamcı güçlerin liberallerle ortak bir platformda buluşup ülkeyi idare etme seçeneği yerine iktidarı tekellerine almaya çalışmak gibi bir takım benzerlikler olmasına rağmen, iki ülke arasındaki farklılıklar ise, Hafter’in, Libya’nın meşru kurumlarına karşı yaptığı devrim senaryosunun parçaları oluyorlar.

Mısır’da devrime karşı olan muhalif güçler için yapılması gereken şey, ülkenin en büyük siyasi gücünü kırmaktı. Yani Müslüman Kardeşleri bertaraf etmekti. Bunun için ilk olarak ülkenin liberalleri, laikleri, solcuları ve İslamcılarıyla ittifak kurmaya başladılar. Daha sonra halkı gerek siyasi yollarla gerekse medyanın gücünü kullanarak Müslüman Kardeşler’e karşı kışkırtmaya çalıştılar. Mısır ordusu ülke idaresini ele geçirmek için yeniden dizayn edildi, devrimle birlikte çıkarları zarar görmeye başlayan derin devletin müesseseleri ve aktörleri yeniden devreye sokuldu ve Abdül Fettah Sisi’yi bir karizma olarak yaratan medyaya bol bol yatırım yapıldı. Ancak tüm bu çabalara rağmen hala kazanılan bir şey yok. Devrim fikrini yeraltına göndermek ve ayaklanan halkı bir ibret aracına dönüştürmek için diğer Arap rejimlerinden gelen büyük mali destek bile Mısır muhaliflerine istediğini tam olarak vermedi.  

Mısır’da yaşanan bu karmaşık sürecin uygulanış şekli ve düzenin kurulmasında katkısı olan finansörler göz önünde bulundurulduğunda, Hafter’in yaptığı darbe, Mısır’da oynanan tiyatronun komik ve provasız bir uzantısı gibi kalıyor. Sisi’nin aksine, General Hafter, kendisine Libyalıların adına konuşma yetkisini verecek hiçbir siyasi veya askeri meşruiyetten haz almıyor. Dikkatsizliği ve umursamazlığı nedeniyle ülkeyi darbeyle ele geçirme çabalarını aklama konusunda aceleci davranması ise, yalnızca demokratik seçimleri, oy mekanizmalarını, meşru kurumları hiçe saymak istemesinden başka bir şeyi kanıtlamıyor.

Hafter’in yürüdüğü yol, bazı siyasi elitler ve Libya halkı için cazip gibi görünse de, şu an görünen tek şey, silah zoruyla hakimiyet kurma ve baskı rejimi inşa etme çabası. İç savaş kapılarının açılmasıyla, aslında ülkeye hem bölge ülkelerinden hem de Batı’dan gelecek müdahalenin kapıları da açılmış oluyor. Bu da, darbeye liderlik etmeye can atan bölgesel ve uluslararası diktatör sayısının artması anlamına geliyor. Farz edelim, Ülkede iktidarı ele geçirme yoluyla iç savaşı başlatmaya hazır olan küçük bir diktatörün zaferini kabullendik. Peki aynı yolla harekete geçen ama bu sefer diğer ülkeler tarafından desteklenen başka küçük diktatörleri kim engelleyecek?

Bir diktatöre başvurmak her zaman kolay bir çözümdür. Kırılgan Arap elitleri de bu çözüme başvurmanın yollarını giderek kolaylaştırıyorlar. Bugün Libya’da olanların diğer Arap ülkelerinde yaşananlardan bir farkı yok. Buna bir de, Körfezden Libya’ya akan parayı ve de gerek siyasi, gerek askeri gerekse istihbari desteği eklersek, sadece Libya’daki devrim yürüyüşünün değil, bir bütün olarak Libya’nın ciddi tehlikede olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda kaybeden de sadece devrim değil, ülkenin kendisi olacak.  

 

Kaynak: Kudsü’l Arabi

Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız