Referandum’dan sonra ortam yumuşadı, sanki çözüme birkaç gün varmış gibi bir algı oluştu. İşte bu ortamda Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir aşka geldi ve “silahlar miadını doldurdu” deyiverdi. Baydemir’e göre artık PKK’nın silahlarına ihtiyaç yoktu.

Baydemir’in “miadını doldurdu” dediği silahlar (yani PKK) Öcalan’ın elindeki tek pazarlık kozudur. Eğer PKK’nın silahları yoksa, Öcalan da biter. PKK’sız bir Öcalan bir hiçtir, ne Türkiye onu ciddiye alır, ne de dış dünya için bir önemi kalır. Çünkü Öcalan 15 Şubat 1999’dan bu yana, yani yaklaşık 11 yıldır bir ada hapishanesinde, İmralı’da yaşıyor. Öcalan için buradan çıkmanın tek yolu PKK üzerinden pazarlık yapmaktır. Daha ilk günden itibaren “müsaade edin silahları susturayım, siz de beni serbest bırakın” demesi bu yüzdendir. Her fırsatta PKK üzerindeki gücünü ispat etmeye çalışan Öcalan bunun karşılığında hapishane koşullarının düzeltilmesi gibi ufak tefek tavizler de koparmadı değil. İlk yıllar PKK militanlarını sınır dışına çekecek kadar ileri giden Öcalan, beklediği karşılığı alamadığını düşününce eylemlerin tırmandırılmasını istedi. İmralı bu şekilde bir gerdi, bir bıraktı, bir gerdi, bir bıraktı... Devletin sinirlerine ve sabrına oynadı. Seçim öncesinde ya da darbe söylentilerinin ayyuka çıktığı zamanlarda Öcalan PKK’yı bir sopa gibi devletin ve toplumun başına bir indirdi, bir kaldırdı, bir indirdi, bir kaldırdı...

Öcalan’ın kâbusu

Bu çerçevede Öcalan için asıl kâbus Türkiye’nin onsuz demokratikleşmesi ve Kürt sorununun onsuz çözülmesiydi. O içeride iken Kürtlerin talepleri karşılanır, PKK dağılma noktasına gelirse hücresinde çürüyüp gidebileceğini biliyordu. Bu nedenle 2000’li yıllar boyunca PKK tüm demokratikleşme çabalarının karşısında oldu. Örnek mi istiyorsunuz, işte birkaç tanesi:

AB ile üyelik görüşmelerinin en olmaz anlarında PKK saldırılarını tırmandırdı.

2007’de Ordu muhtıra verdiğinde PKK kanlı yüzünü olabildiğince gösterdi ve Ankara’nın kalbinde bombayı patlattı.

Türkiye’de darbeciler “Ordu göreve” diye gösteriler yaparken PKK bu gösterilere eylemlerini tırmandırarak katkı sağladı.

TRT devrim gibi bir kararla 24 saat Kürtçe yayına başladığı zaman buna en sert tepki PKK’dan geldi. TRT Şeş’e çıkanlar da, onu izleyenler de PKK’lılarca ölümle tehdit edildi.

Anayasa değişikliği çalışmaları sürerken PKK eylemlerini yine kesmedi. TBMM’de ise PKK’nın baskısı altındaki BDP kendi lehine olan maddeleri dahi desteklemedi. Malum, referandumda da PKK halkın sandığa gitmesine dahi izin vermedi...

Örnekler çok, yerimiz ise az... Sözün özü Öcalan’ın PKK’dan yani terörden başka bir pazarlık aracı yoktur. PKK bittiyse Öcalan da bitmiş demektir. Burada oynanan iyi terörist-kötü terörist oyunudur. Öcalan bir yandan örgüte hâkim olduğu izlenimini vermekte ve devlete “benimle pazarlık yap, istediğini al” demektedir, diğer taraftan da “benimle anlaşmazsan örgüte hâkim olamam, o zaman sorunu hiç çözemezsin” tehdidinde bulunmaktadır. Oynanan tam bir rehin alma oyunudur... Tam bir şantajdır...

BDP’ye yeri hatırlatıldı

Öcalan oyun oynuyor, fakat vaktinin daraldığının da farkında. Çözümün onsuz gelmesi ihtimaline ek olarak PKK’nın kontrolünden çıkması da önemli bir risk. İlk olarak Kandil’i daha uzun yıllar bir bütün olarak tutmak zor. Bu nedenle dağdakilere Öcalan’a isyan etmeyecekleri kadar geniş bir hareket sahası veriliyor. Bilgi vermek ve görüşmeleri baltalamamak kaydıyla eylem yapmalarına izin var. Bu nedenle eylemsizlik kararlarının alındığı dönemlerde bile pek çok irili ufaklı eylem yapılıyor. Eylem biraz büyük kaçtıysa PKK üstlenmeyiveriyor, o kadar. Örneğin Hakkâri böyle bir eylemdi. Kimin bombayı yerleştirdiğine kadar tüm detaylar biliniyor. Taksim de PKK işi... PKK bilerek ve isteyerek vurdu. Dağda farklı görüşler de var elbette, ancak onlar da biliyor ki Öcalan’a karşı çıkmak ya da PKK’ya açıktan meydan okumak şu an için kendilerine yarar değil, zarar verir. Başka bir ifade ile “TAK yaptı, ben yapmadım” açıklamaları hikâye. PKK’ya rağmen TAK veya başka bir örgüt yapmış olsaydı, o eylemi yaptıranların kellesi çoktan alınmıştı.

Öcalan dağ için kaygılı, fakat asıl derdi sivil siyaset ile. TBMM koridorlarında dolaşan BDP’linin havası değişiveriyor, kendisini gerçekten Kürtlerin temsilcisi sanıveriyor. Aslında Öcalan’ın temsilcisi olduğunu unutuveriyor. Öcalan’ın en büyük korkusu Ankara’nın havasının ve demokratikleşmenin BDP’yi “yoldan, yani kontrolünden çıkarması”. Baydemir bilerek ya da bilmeyerek ilk günahı işlemiş oldu.

Kısacası Öcalan “sizler Kürtlerin değil benim temsilcimsiniz. Sizi ben milletvekili yaptım, millet değil” diyor. Haklı mı derseniz, bence yerden göğe kadar haklı. Silahların gücüyle sandıktan çıkıyorsanız silah hakkını ister. Vermezseniz de söke söke alır. Umarım Baydemir gibi herkes de anlamıştır, karşımızda Kürt Sorunu’ndan başka bir sorun daha var, o da Öcalan Sorunu...


 Kaynak: Star