Yazılarıma ara verdiğim son iki hafta içinde Türkiye'yi yakından ilgilendiren dış politika gelişmeleri oldu.
Ateşkes anlaşması ve Rusya'nın (Abhazya ve Güney Osetya hariç) "asıl Gürcistan" topraklarından çekilmesiyle sona eren Rusya-Gürcistan savaşının siyasi ve stratejik sonuçları belli olmaya başladı. Bu savaşı kim kazandı? Bulgar yorumcu Ivan Krastev'in mükemmel analizinde altını çizdiği üzere, bu savaşın kazananı bulunmuyor (Bkz. Open Democracy, 19 Ağustos). Askeri bakımdan mutlak galip Rusya, politik ve stratejik açıdan en büyük zarara uğrayan taraf olabilir. Niçin?
Önce hatırlayalım. 2003'teki "Gül devrimi" ile iktidara geldikten sonra, ülkesinin toprak bütünlüğünü güçlendirmek, yani Rusya'nın desteğiyle bağımsızlığını ilan eden Abhazya ve Güney Osetya üzerinde Gürcü egemenliği tesis etmek vaadinde bulunan Mihail Saakaşvili, 7-8 Ağustos'ta Güney Osetya'ya yönelik askeri bir operasyon başlattı. Ne var ki Gürcistan, müdahale için fırsat kollayan Rusya karşısında ağır bir askeri yenilgiye uğradığı, ekonomik açıdan büyük yara aldığı gibi, Abhazya ve Güney Osetya üzerinde egemenlik kurma imkanını yitirdi. NATO üyeliği yolunun tam olarak açıldığı da söylenemez. Eğer Tiflis, toprak bütünlüğünü sağlama yerine ve "asıl Gürcistan"ın Batı'yla bütünleşmesine öncelik verecek olursa, belki NATO üyeliği yolu açılabilir. Krastev'in çok yerinde olarak işaret ettiği üzere, bunun için Saakaşvili'nin Sırbistan'da Voyislav Kostunica'yı değil Boris Tadiç'i örnek alması gerekecektir.
Rusya'ya gelince: Putin'in Gürcistan'a saldırmasının temel amacı, kuşkusuz, Güney Osetya'ya "insani müdahale" değil, Rusya'nın yeniden büyük bir güç olduğunu Rusya'ya ve dünyaya göstermekti. Kazanılan askeri başarı, Vladimir Putin ve Dimitri Medvedev ikilisinin Rus halkı nezdinde sahip oldukları prestiji daha da artırmış olabilir. Söz konusu başarı, Sovyetler Birliği'nin dağılması ve komünizmin çökmesini, sistemin siyasi ve ekonomik açıdan iflas etmesinin değil, iç ve dış düşmanların komplolarının bir sonucu olarak görme eğilimindeki Ruslar açısından psikolojik bir tatmin de sağlayabilir. Ne var ki, bu savaşın yeniden saldırgan bir güç olarak algılanan Rusya'nın uluslararası itibarına ağır bir darbe indirdiği muhakkak.
Bu savaşın Rusya'nın öteki temel amacına, yani Tiflis'te rejim değişikliğine ve Rus yanlısı bir iktidarın işbaşına gelmesine hizmet etmediği de ortada. Aksine, savaşın Saakaşvili'nin "asıl Gürcistan"daki konumunu güçlendirdiği görülüyor. Dolayısıyla Moskova'nın Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı üzerinde denetim kurma amacı da gerçekleşmedi. Aksine, Amerikalıların ve Avrupalıların şimdi, Rusya'yı dışarıda bırakan alternatif boru hatlarına çok daha büyük bir önem verecekleri öngörülebilir.
Bu savaş Rusya'nın Batı ile ilişkilerine de zarar verebilir. Washington, Rusya'nın G8'den ihracına yönelebilir, Dünya Ticaret Örgütü üyeliği beklentisine son verebilir, Gürcistan ve Ukrayna'nın NATO üyeliği için bastırabilir, 2014'te Soçi'de yapılacak Kış Olimpiyatları'nın boykot edilmesine çalışabilir, vesaire.
Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa'daki eski uyduları şimdi Rusya'ya karşı daha kararlı bir tavır takınabilir. Nitekim savaşın patlak vermesi üzerine Polonya, Ukrayna ve Baltık devletleri liderleri, derhal Tiflis'e giderek Gürcistan ile dayanışma gösterisi yaptılar. Varşova, uzun süredir üzerinde tereddüt ettiği, ABD'nin topraklarına füze kalkanı yerleştirmesini öngören anlaşmayı hemen imzaladı. Moskova için belki daha da kaygı verici olan, Belarus gibi yakın bir müttefikinin AB ve ABD ile ilişkileri iyileştirme kararı alması oldu. Bundan böyle Washington'un Rusya'nın komşularıyla ilişkileri, sahip oldukları siyasi rejimden çok Rusya ile ilişkilerine endekslenebilir. Orta Asya'nın otoriter yöneticileri eğer ABD ile anlaşmak istiyorlar ise şimdi onlar için iyi bir fırsat var.
Kafkasya konusuna devam edeceğim.
Kaynak: Zaman