Üst düzey İsrail yetkilileri, bir İngiliz mahkemesinin İsrail'in geçen Aralık ayında Gazze Şeridi'nde Hamas'a karşı düzenlediği askeri saldırıda oynadığı rol gerekçesiyle muhalefet lideri Tzipi Livni hakkında tutuklama kararı çıkardığını teyid ettiler.
İngiliz kaynaklar, İngiliz mahkemesinin Gazze'de işlediği savaş suçları yüzünden Tzipi Livni hakkında tutuklama kararı çıkardığını ama Livni'nin İngiltere'de olmadığını tespit ettikten sonra kararı iptal ettiğini bildirdi.
Çoğumuzun bir süreden beri tahmin ettiği üzere, olayların seyri değişiyor. Artık İsrailli siyasi ve askeri liderler nihayet takip ediliyor.
Haaretz gazetesinin bugünkü nüshasında İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband'ın – İsrail'e bir sonraki büyükelçi olarak siyonist bir yahudiyi atayan kişi – İngiltere'nin İsrailli yetkililerin yargı yoluyla bu şekilde tâciz edilmesine artık daha fazla hoşgörü göstermeyeceğini belirtmiş.
Miliband "hakimlere önceden bir bilgi olmaksızın yahut savcıdan tavsiye almaksızın ileri gelen yabancıları tutuklama kararı çıkarma izin veren İngiliz kanunlarının gözden geçirilmesini ve reforma tâbi tutulmasını "savundu. Afalladım kaldım. Bu kanun tam olarak niçin "gözden geçirilecek" ve "reforma tâbi tutulacak? İngiltere etik geleneğinden vazgeçme kararı aldığı için mi? Veya Miliband tekrar seçilebilmek için İsrail'deki İşçi dostlarının desteğine ihtiyaç duyuyor da ondan mı? Yoksa Miliband hep var olan gizli yandaşçılığını mı ifşa ediyor sadece?
Miliband "İngiliz hükümetinin, Livni çapındaki ziyaretçilere karşı tutuklama tehditlerinin bir kez daha yinelenmemesi için kararlı olduğunu" söyledi. Ve tabi kafam bir kez daha allak bullak oldu. Livni'nin çapıyla neyi kastetmiş olabilirdi ki? Livni gibi soykırım suçluları artık İngiliz topraklarında hoşça mı ağırlanacak?
Miliband "İsrail, İngiltere'nin stratejik ortağı ve yakın dostudur. Bağlarımızı korumaya ve geliştirmeye kararlıyız" dedi. "Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" deyişini hatırlatıyor bu. İşçilerin yakın tarihini göz önüne alınca (nâm-ı diğer gayrimeşru savaşlar ve işgaller) Miliband'ın Yahudi devletinde bu kadar çok dostu olmasında – sadece sıradan İsrailliler değil hem de önde gelen kitle katliamcıları - şaşılacak bir şey yok.
Haaretz'e göre Miliband, tutuklama kararı üzerine nasıl sarsıldığını ifade etmek ve meseleye karşı derhal tavır alınacağı sözü vermek için Livni'yi aradı. Yıllar önce, biz genç ve safken, siyaset bilimi hocaları "adli yargının" demokratik süreçte hayâti öneme sahip olduğunda ısrar ederlerdi. Dünyaya demokrasiyi yayacağını ileri süren Miliband görünüşe bakılırsa bu ilkeye öyle pek de itibar etmiyor. Miliband benim oğlumun ilkokul öğretmenleriyle bir süre birlikte olursa onun için faydalı olabilir ve demokrasinin neyi temsil ettiğini iyice kavrayabilir.
Livni "tutuklama kararını şahsına yapılmış bir saldırı olarak görmediğini, bir bütün olarak İsrail'e yapıldığı" kanaatini taşıdığını açıklığa kavuşturdu. Kesinlikle haklı. Avrupa kitleleri İsrail toplumuna gitgide imha edici mücrim bir devlet nazarıyla bakmaya başlıyor. İsrail liderlerine karşı çıkarılan tutuklama kararları hakikaten de sembolik bir eylemdir.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Salı günü bir beyânat vererek şöyle dedi: "Ehud Olmert, Ehud Barak ve Tzipi Livni'nin sanık sandalyesine çağrılacakları bir duruma rıza göstermeyeceğiz… vahşi ve mücrim bir düşmana karşı vatandaşlarımızı kahramanca ve ahlaki bir şekilde savunan IDF komutanlarının ve askerlerinin savaş suçlusu olarak mahkum edilmesine rıza göstermeyeceğiz. Bu saçmalığı açıkça reddediyoruz."
Netanyahu'nun nerden geldiği bellidir ama İsrail Başbakanı siviller üzerine beyaz fosfor yağdırmanın, Avrupalıların ve kültürlü insanların nazarında "kahramanlık" veya "ahlaki bir tarz" olmadığını anlayamıyor.
İsrail Dışişleri Bakanı en az bağnaz Avigdor Lieberman kadar gülünç. Bakanlık resmi bir açıklamasında şöyle diyordu: "İngiliz hükümetinin Ortadoğu barış sürecinde merkezi bir rol oynama arzusunu takdir ediyoruz ve İsrail'le ilişkilere verdiği önemi eyleme tahvil etmesini umuyoruz." Hadi yüzleşelim, gözdağı vermek bir İsrail taktiğidir. Ama yine de İsraillilerin barışa yol aldıklarına inanmamızı istemeleri komik olmaktan daha aşağısıdır, seciyesizliktir. İngiltere "barış sürecinde" rol almayacak çünkü barış süreci diye bir şey yok.
Tutuklama kararına tepki olarak, şahsi cürmüne yön değiştirten Livni, Salı günü "İsrail Silahlı Kuvvetlerine bağlı askerleri teröristlerle kıyaslayan hiçbir suçlamayı kabul etmeyeceğini" söyledi. Aslında haklı. Sözümona teröristler özgürlük savaşçılarıdır. İsrail ise ırkçı, genişlemeci bir devlettir. Askeri kuvvetleri, insanlığa karşı sürekli suçlar işlemektedir. İsrail, Nazi Almanyası kadar habistir fakat uygulamada, çok daha kötüdür çünkü bir demokrasidir. Câni eylemleri, halkının demokratik seçimlerde tezahür eden arzularının doğrudan yansımasıdır. IDF'nin Gazze harekâtının doruk noktasında, Filistin halkına karşı ölümcül tedbirleri İsraillilerin yüzde 94'ü destekledi. İsrailliler terörist değildir. Onlar, terörün ta kendisidir.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı