İran'da cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası ortaya çıkan kriz, beklendiği üzere Mir Hüseyin Musavi liderliğindeki reformcu ve ılımlı muhafazakâr cephenin bastırılmasıyla sonuçlanmış görünüyor. İran'ın genç nüfusunun kıvılcımı çakacağı bir sonraki sefere kadar... Lakin
İran'da, gelecekte demokrasi adına her ne yaşanacaksa yaşansın, bu hiç de Batılıların hayallerini kurdukları tarzda olmayacak. Nihayetinde her ülke kendi siyasi, tarihi ve sosyo kültürel dinamikleri üzerinde evriliyor. İşgal edilse de fark etmiyor, bin bir dolap çevrilip iç savaş ortamı yaratılsa da...
İran seçimi ve olası siyasi gelişmeler ancak İran'ı 'içerden anlama' çabasıyla mümkün olabilir. Batı medyasının perspektifindeki yanıltıcılık potansiyeli ise son 10-15 günden de görüleceği üzere hayli yüksek. Olup bitenleri değerlendirip taşları yerine oturtan bir Allah'ın kulu bulmak zor. Hal böyleyken geçen hafta Reuters'dan John Kemp'in iki bölümden oluşan analizi Batı kalıplarını kıracak tarza isabetler taşıyordu. İran konusunda bitmek bilmeyen kafa karışıklığını düşünerek, en temel ana saptamaları bir kez daha özetlemek istedim:

* Batılı yorumcuların kafasını bulandıran konu, yaşananların reformcu/demokratik güçlerle ulema/muhafazakârlar/İslamcıların karşı karşıya gelmesinden kaynaklandığını düşünmeleri. Oysa hakikat çok daha karmaşık. Musavi, Hatemi, Rafsancani, Laricani, Muntazeri...bugün sistem içinde kapışan bütün liderlerin sistem içinde bir rolleri var.

* Olan biteni anlayabilmek için 1979'de Şah'ın devrilmesi öncesini anlamalı. Humeyni, Şah'ın devrilmesi sürecindeki en mühim lider olabilir. Lakin İslamcılar kadar devrimin arkasında duran liberal, sosyalist, demokratik güçler de vardı. Elbette direnişin sembolü
olarak Humeyni velayet-i fakih kavramını uygulama alanını bulabildi. (İran'da da tıpkı Fransız devriminde olduğu gibi radikaller çabucak güç kazandı, devrim bir kısım evlatlarını yedi.) Yine de devrimden bir kısmı cumhuriyetçi, bir kısmı İslamcı olmak üzere hibrit bir yapı çıkmasının üzerinde durmak gerek. Oysa Batılılar, bu yapının cumhuriyet ayağını es geçip İslamcı
ayağına odaklanmaya teşne.

* İran 1980'leri Humeyni'nin kişisel karizmasıyla geçirdi. Fakat devrimin ve toplumu bir araya getiren Irak'la savaşın anıları silinmeye yüz tuttukça, normal koşullarda var oluş meselesi zorlaştı. Şii İran her ne kadar takiye mevzuunda uzmansa da, genç kuşak elde olmaksızın daha fazla özgürlük ve seçim hakkı istedikçe, rejimin cumhuriyet yüzüyle velayet-i fakih yüzü çatışıyor.

* Sosyal reformlar, ulemanın toplumdaki rolü, Batı ile nasıl iştigal edileceği gibi konularda sokaktakiler hakiki sorular yöneltiyor. Ve rejimin İslami kanadıyla cumhuriyetçi kanadı bu sorulara uzlaşma içinde yanıt verme aşamasında ilk kez bu kadar zorlanıyor.
Analizin ikinci kısmında İran'ın Batı'yla hararetli münasebetlerine dair saptamalar var:

* Batılıların İran'la ilgili tahayyülü, fazlasıyla basitleştirme ve tarih bilgisi yoksunluğundan kaynaklanıyor. Batı için İran'la sorunlu ilişkiler 1979'daki İslam Devrimi'yle Şah Rıza Pehlevi'nin devrilmesiyle başlıyor. Bunu 444 günlük Amerikan rehine krizinin yarattığı
dehşet dehşet algısı, Jimmy Carter'ın başkanlığının sona ermesi, Vietnam Savaşı'ndaki yenilgi, iki ülkenin Irak ve Lübnan'da gizlice bilek görüşine tutuşması izliyor.

* Fakat pek çok İranlı için mesele 1953'te Başbakan Mussaddık'a yapılan CIA destekli darbeyle başlıyor. Musaddık, İran'ın doğal kaynaklarına sahip çıkarak modernleşmesinin yolunu açabilirdi. Oysa ABD ve Britanya başta olmak üzere Batı, gizli polisi SAVAK'ın terörü, yasadışı infazları, mutlakiyetçi ve yolsuz yönetimiyle Şah'ı desteklemeyi seçti, ajanları bu rejime destek için İran'da cirit attı. Şah gittiğinde Batılı güçlerin İran'da tutunacak
dalı kalmamıştı. Zira İslamcısı, liberali, solcusu dahil, Şah'ın arkasından ağlayan yoktu.

* İranlıların Batılı güçleri sevmek için sebebi yok. Saddam 1980'de haksız bir savaş başlattığında, Batılı güçler, İran'daki zayıf İslami rejim çöker diye duacı olup bekledi. Irak ordusu İran kentlerini vurduğunda, İran'ın stratejik petrol bölgesi Huzistan'ı işgal ettiğinde, Saddam İranlı askerlerin üzerine dehşetengiz sarin gazı sıktığında ahlaki söylevleri pek seven Batılıların kılı kıpırdamadı. Aksine Batılı şirketler Cenevre Sözleşmelerini ihlal etmek ve Irak'a ihtiyacı olan kimyasal malzemeleri tedarik etmekle meşguldü! Kimi hesaplamalara göre savaşta kimyasal silahlar yüzünden ölen İran askerlerinin sayısı 100 bini buluyor. Toplam ölü sayısı da 1 milyonu. İran'ı kurtaran kimdi peki? İran ordusu ile Devrim Muhafızları.

* Bugün Batılılar 'Kitle imha silahı üretmeyin, nükleer ve füze programınızı bırakın' dediklerinde, yahut 'insan hakları ve ahlaki değerler' üzerine söylevler verdiklerinde İranlıların aklına muhtemelen yakın tarihleri geliyordur.
John Kemp iyi analiz etmiş. Kıssadan hisse: Batı'nın İranlılarla işi zor...

Radikal