İran sadece Orta Doğu'daki gelişmeler dolayısıyla değil, geleceğe dönük ekonomik ve askeri sebeplerle de dünya siyasetinin gözünü diktiği bir ülke... Ancak komşu olmamıza ve halkının yarıya yakını Türk kökenli olmasına rağmen, bu ülkedeki gelişmelere Türkiye'de, okyanus ötesinden yansıyan düzeyde ilgiden vazgeçtim, belirgin bir merakın olduğu dahi söylenemez..
Bu nedenle kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum...
Malum, İran çokuluslu bir ülke. Orta Asya'nın Kapısı olan coğrafyanın talihi ne zaman karardı derseniz, bunun cevabı sır değil: 1925. O zamana kadar değişik etnik ve inanç gruplarının barış içerisinde yaşamakta olduğu ülkede 1925 yılında İngiltere'nin desteğinde Rıza Han'ın gerçekleştirdiği darbeyle Türk asıllı Kacar hanedanı devrildi ve yerine Fars asıllı Pehlevi sülalesi geçti. Fars milliyetçisi olarak bilinen Pehlevi sülalesinin iktidarı ele geçirmesiyle de İran'da yaşayan halklara sistemli bir şekilde baskı ve asimilasyon uygulanmaya başlandı.
1979'da gerçekleşen İslam devrimi bu siyaseti terk etme sözü verdiyse de
kayda değer bir gelişme olmadı, hatta mollalar?zaman içinde Pehlevi siyasetini benimseyip izlemeye başladılar..
Türklere gelince; İran nüfusunun neredeyse yüzde kırkını oluşturan Türkler, Kacar Hanedanı'nın devrilmesinden bu yana yitirdikleri hakları geri almak için mücadele ediyorlar. Her sene gerçekleştirilen Babek Kalesi Yürüyüşü de bu talebin ifadesi..
Keliber kentinin yakınlarında Tebriz şehrinin 300 km kuzeyinde bir kale Babek.. 8. yüzyıldan itibaren Araplara karşı verdiği mücadeleyle ünlenen Babek Hürremdin'in üssü olan mekâna yürüyüş, önceleri kültürel mahiyetteyken 2002'den itibaren öğrenci gruplarının katılımı ve yönlendirmesiyle siyasi nitelikte kitle gösterisine dönüştü... Ve Tahran tepki göstermekte gecikmedi.. Önce yürüyüşle ilgili haberlere basında sansür uygulanmaya başlandı, ardından Türklerin kalede içki içip eğlendikleri ve taşkınlık yaptıkları iddiasıyla soruşturmalar açıldı... Nihayet geçen sene Besic ve Devrim Muhafızları askeri tatbikat bahanesiyle kalenin etrafında toplanarak oraya gelenleri taciz ettiler.
Bu kadarla da bitmedi tabii.. Bir kısım molla, Babek'in kişiliğini, inanç dünyasını gündeme getirdi.. İslam dışı sapkınlığı temsil ediyordu Babek Hürremdin, dolayısıyla dinsizdi.. Başlattığı isyan ölümünden sonra yaklaşık bir asır devam eden Babek'in, savunduğu Zerdüşt inancı dolayısıyla değil milli kahraman kimliği ve direniş simgesi olması sebebiyle anıldığı anlatılması perdelendi. Din adamlarından halka çağrı yaparak yürüyüşe katılanları inanç dünyalarının gölgeleneceği, sapkınlığa düşecekleri konusunda uyarmaları istendi... Diğer yandan Fars tarihçiler de onun Arap ordularına direnişinin gerisinde Fars kimliğini koruma kaygısının yattığı tezini işlemeye başladılar... Ve neticede geçtiğimiz günlerde başta Tebriz olmak üzere pek çok şehirde Babek Kalesi yürüyüşüne önderlik ettiği bilinen isimler tutuklandılar...
Bu yıl yürüyüşün mayıs ayında gerçekleşen protesto gösterilerinin bastırılması sırasında polisin sergilediği aşırı şiddet sonucu ölen gençlerin kırkıncı gününe rastlaması tedirgin ediyor Tahran yönetimini..  Önümüzdeki
hafta Babek Kalesi'ne gitmek için yollara düşecek İran Türkleri yitirdikleri gençleri de anacaklar. Bölgeden gelen haberlerde bu defa 'kene tehlikesi' yüzünden Babek Kalesi çevresinin karantinaya alınacağı dahil pek çok dedikodu var... Son olarak hemen ifade edeyim ki Tahran'ın başında sadece Türk sorunu yok.. Kürt azınlık dolayısıyla PJAK'la ve Güney doğu İran'da yaşayan Beluci halkın özgürlük talebini yansıtan Cündullah Örgütü'yle de çatışıyor İran...

Çerçeve

Kadınsı öfkenin ilk mağduru
Gün geçmiyor ki gazetelerde kendisini aldatan eşine veya sevgilisine saldırıp ölümcül şekilde yaralayan hatta öldüren kadınlara ilişkin bir haber yayımlanmasın...
Erkeklerin bu düzeyde öfkeye muhatap olmayı hak edip etmedikleri tartışması bir yana, görünen o ki erkek bedeninde kadınsı saldırının hedefleri arasında cinsel organ üst sıralarda yer alıyor. Aldatan erkek söz konusu olduğunda eskilerin 'mukabele-i bilmisil'
dediği durum bu.. Yani, suçla mütenasip ceza!..
Yeni ortaya çıkmış bir intikam türü değil bu... İlk örneği veren de antik çağın ana tanrıçası Kibele!..
Efsaneye göre Attis adlı bir delikanlıya âşık oldu Kibele... Ana Tanrıça'nın kendisine duyduğu histen habersiz Attis ise Kral Midas'ın kızıyla evlenme hazırlığındaydı ve kafasında törenin mükemmel olmasından başka bir şey yoktu. Kararlaştırılan gün geldiğinde düğünün yapılacağı meydanda bütün davetliler yerlerini aldıkları sırada olanca ihtişamıyla ortaya çıktı gözünü aşk bürümüş Kibele.. Ve tanrısal gücünü kullanarak sevdiği erkeği çıldırttı. Dans etmeye başladı Attis... Bir süre sonra dansını bıçakla sürdürmeye ve bedeninde yaralar açmaya başladı; sonunda kendi erkeklik organını kesti Attis ve oracıkta öldü.. Efsaneye göre Kibele, bedeninden fışkıran kanın toprakta oluşturduğu gölcükte çam ağacına dönüştüğüne inanılan Attis'in hiç bozulmamasını, yaz-kış yeşil kalmasını sağladı... Efsanenin bir başka versiyonunda Kibele'nin Attis'i orman gezisi sırasında çaldığı lavtanın sesini duyarak tanıdığı, sarayına götürdüğü yakışıklı delikanlının bir süre sonra onun nedimelerle aldatması üzerine bizzat cezalandırdığı anlatılır.. Yani Kibele'nin uyuduğu sırada Attis'in yanına gelip onun erkeklik organını kestiği... Ancak bir süre sonra âşığının acısına dayanamayan Kibele'nin onun ruhunu çam ağacına kalbettiği ve herkese 'Çam benim Attis'im, mukaddesimdir, onu kesenin canını alırım', dediği yer alır masalda...

Çerçeve
Futbol Hatay menşeli mi?

Eskiden tanınmış tarihçiler popüler dergilerin yayın sorumluluğunu üstlenirler, ya da bu nitelikte dergilere makale yazarlardı... Bu isimlerden biri Karaman ve Üsküdar tarihlerinin yazarı rahmetli İsmail Hakkı Konyalı'dır.. Onun, neşrettiği Tarih Hazinesi dergisinde yazdığı bir makalede futbolun beşiği olarak Hatay gösteriliyor. Üstadın dayandığı kaynak Ayasofya Kütüphanesi'nde 3188 numarayla kayıtlı bir el yazması: Hatayname..
Bonn Üniversitesi hocalarından Prof. P. Kahle'nin araştırması sırasında gün
ışığına çıkardığı eserin 'top oyunu' başlıklı bölümünde şu bilgi yer alıyor:
"Top oyunu Hatay'da güzel işdir ve çok oynanır. Sığır kursağından top düzmüşler ve mahbup ve mahbubeler durdurmuşlar. Topu ayaklarıyla vururlar. Topa elle dokundurmazlar, nazikçe ayak uçlarıyla dürterler. Usulsüz vurmak, yere düşürmek ve daireden dışarı çıkarmak memnudur (=yasaktır)." Kitabın Süleymaniye Esad Efendi kütüphanesindeki nüshasında başka ayrıntılar da var:
"Sığırların kavuğunu, abadanini üfürüp ağzın bağlayıp hafif olduğu için top misali oynarlar. Ve nazenin-i Zühre cebin duhter-i saadet ahterler daire üzere durup ol topu ortaya getirip sanat ve ayaklarıyla usul üzere vurup oynarlar. Komazlar ki top yere düşe ve daireden çıka.."
Anlaşılan Hataylılar futbolu kız-erkek karışık oynuyorlarmış.. Bunun, erkek
oyununa dönüştürülüp bir dizi nahoş gösteriye vesile edilen futbolu seyir zevki açısında daha keyifli kıldığına şüphe yok..
Hatay her dönemde Anadolu'nun diğer bölgelerinden farklı bir kültür dokusuna sahip olduğu için yazılarlara inanmamak elde değil. Malum, tarihte ilk karbon kâğıt kullanan, asırlar önce her evde çoğaltılmış takvimin bulunduğu yerdir Hatay...

 

Kaynak: Radikal