Irak konusunda en dürüst davranan başkan adayı McCain.
 
2008'deki Amerikan başkanlık seçiminin en önemli meselelerinden biri, yeni başkanın terörle savaşı ve Irak'ı nasıl ele alacağı. Adayların İslami aşırılığa bakışı arasında derin farklar mevcut; en dürüst davranansa, Cumhuriyetçi McCain

Başkan Bush altı yıl boyunca Amerikalılara, küresel bir İslami terörist harekete karşı bir nesle meydan okuyacak bir savaşla karşı karşıya bulunduklarını söyledi. 2008'deki başkanlık seçimine dair hayati önem taşıyan fakat bugüne dek fazla üzerinde durulmayan meselelerden biri, ABD'nin ulusal güvenliğine dair bu geniş kapsamlı bakışın Ocak 2009'dan sonra hayatta kalıp kalmayacağı. Cumhuriyetçi adaylar çoğunlukla, İslami aşırılığın yönelttiği tehdidin boyutu ve merkezi önemi hakkında Bush'a katılıyor. Çoğu Demokrat'sa katılmıyor. Bu ideolojik farktan, Irak, Afganistan ve İran'a karşı çelişkili yaklaşımların yanı sıra, bir sonraki başkanın diğer dış politika meydan okumalarına vereceği ağırlığa dair de farklar doğuyor.
Demokratların Kaide'yi, en iyi şekilde kanunlarla başa çıkılacak bir tehdit olarak gördüğü doğru değil. Hillary Clinton ve Barack Obama terörist ağlarla savaşı açıkça küresel bir savaş olarak tanımlıyor ve 'terörle savaşı' bir 'çıkartma sloganı' diye kınamış John Edwards bile, "Kaide gibi terörist gruplara, askeri güçle karşı koymamız şart" diyor. Fakat Demokratlar, İslami aşırılıkçılığı bir tehdit olarak hafife alıyor. Clinton terör konusunu tartışırken 'İslam' sözcüğünü kullanmıyor bile.
Tersine, Rudolph W. Giuliani 'radikal İslamcı faşizm'den söz ederken, Mike Huckabee açıkça "Bu teolojik bir savaş" dedi. Bu terminoloji zararlı. Kaide gibi grupların Müslüman âlemindeki çekiciliğini abartıyor, onları şiddet karşıtı köktenciler, hatta ana akım İslam gibi pek az tehdit oluşturan hareketlerle eşdeğer tutuyor. Müslümanlara, ABD'nin tam da Bin Ladin'in çıkarmak istediği dini savaşla iştigal ettiği mesajı veriyor.
Cumhuriyetçiler temelde, Bush'un kendisini, Amerikan politikasını bu küresel tehdide karşı koyacak biçimde yeniden düzenleyen 'bugünün Truman'ı' gibi görmesini kabul ediyor. Onlar da, Irak ve Afganistan'daki savaşları İslami aşırılığa dair daha geniş bir ihtilafın parçası, İran ve maşalarını da bir başka cephe olarak görüyor. Demokratlar bu sorunları ayrıştırıyor ve Bush yönetiminden pek az ilgi gören diğer meydan okumalarla dengeliyor: Çin'in yükselişi, otokratik ve görece düşmanca bir Rusya'nın dönüşü, istikrarsız bölgelerde güven altında tutulmayan nükleer malzemelerin yarattığı tehlike ve küresel ısınma gibi. Clinton'ın Foreign Policy dergisine yazdığı uzun makalede yeni başkanın miras alacağı dünyaya dair yaptığı uzun tanım, 'bir dizi öngörülemeyen meydan okuma'dan söz ediyor. Giuliani'yse tek bir cümleyle başlıyor: "Hepimiz 11 Eylül neslinin üyesiyiz."
Clinton'ın yaklaşımı daha gerçekçi. Kaide hâlâ ölümcül bir tehdit oluşturuyor ve ABD'nin, ılımlı Müslümanları aşırılık yanlısı azınlığa karşı desteklemekte hayati bir çıkarı var. Fakat Şii İran gibi tehditler cihatçı Sünni hareketlerden daha farklı algılanmalı ve ele alınmalı; dünyanın kalanı da iki kamp arasındaki çift kutuplu bir mücadeleye sorunsuzce yerleştirilemiyor. Yeni başkan Çin veya Rusya'nın saldırganlığını denetleyebilmeli veya salgın hastalıkla savaşabilmeli.
Demokratların ortak kör noktası Irak. Savaştan nefret eden seçmenlerini memnun etmek isteyerek, Irak'ın hâlâ Kaide'nin aktif savaş alanı olduğu gerçeğini göz ardı edip genelde savaşı 'sonlandırma' sözü veriyorlar.
Irak'taki savaşın gidişatının, Kaide'nin bir sonraki başkan tarafından alt edilip edilmeyeceğini belirlemekte her şeyden çok önem taşıdığı konusunda, adaylar arasında sadece John McCain dürüst davrandı. Foreign Affairs'e, "Bu bir Amerikan savaşı ve sonucu her bir vatandaşımızı etkileyecektir" diye yazdı. Bu gerçeği, ne İslami faşizme karşı yeni bir Soğuk Savaş'a dair söylem, ne de Irak'taki savaşı tek taraflı olarak 'sonlandırmaya' dair sözler değiştirebilir.

Kaynak: Radikal