Trablus ve Bingazi’de yaşanan sevinç furyası, Libya için yeni bir dönemin başlangıcı ve ileride pek çok tehlike bekliyor. Fakat bunlara odaklanmadan önce, neyin başarıldığı üzerine kafa yormaya değer.
İki yıl önce ABD Başkanı Barack Obama, Kahire konuşmasında şunları söylemişti: “Son yıllarda demokrasinin desteklenmesi konusunda tartışmalar var ve bu tartışmanın büyük kısmı Irak’taki savaşla ilgili. Bu yüzden açık konuşacağım: Hiçbir ülke, başka bir ülkeye bir yönetim sistemi dayatamaz veya dayatmamalıdır.”

Sağlıklı bir geleceğe doğru
Bu doğruydu, fakat kilit bir noktayı gözden kaçırıyordu. Dünyanın geri kalanında olduğu gibi, Ortadoğu çapında da özgürlüğün ‘dayatılan’ bir şey olmadığını görüyoruz. Herkesin sahip olmak için can attığı bir şey; bunu görmek için, korkunun gölgesi kalktığında Trablus’ta yaşanan büyük sevince bakmak yeterli. ABD ve müttefikleri için doğru soru, ezilen halklara özgürlük mücadelesinde yardım edip etmemek ve bu yardımın ne zaman yapılacağı. Cevaplarsa başarı şansına, müdahalenin bedeline ve potansiyel faydalarına bağlı olacaktır.
Libya’da Muammer Kaddafi’nin 42 yıllık acımasız rejiminin çökmek üzere olması, ABD’nin yarı gönüllü çabasının bile büyük fark yaratabileceğini gösteriyor. Obama altı ay önce ABD’nin dahlinin sadece ‘günler’ süreceğinde ısrar etti; askeri araçlarla siyasi hedefler arasındaki bağı muğlak tuttu; Savaş Koalisyonu’na rıza göstermek yerine başından savdı; Libya muhalefetini tanımakta da ağır kaldı.
Fakat Britanya Başbakanı David Cameron ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy öncülüğü üstlendikten sonra, Obama’nın NATO misyonunun sürmesine yetecek miktarda ABD desteğini vermesi önemli rol oynadı. Motivasyonu ve insan gücünüyse Libyalılar sağlıyordu, fakat ABD yardımı olmaksızın başaramazlardı. Obama, hem Demokratlar’dan hem de 2012’deki muhtemel rakiplerinden gelen eleştirilere rağmen görevi sürdürdü.
Sözgelimi Cumhuriyetçi vekil Michele Bachman, New Hampshire’daki Cumhuriyetçi başkanlık adayı tartışmasında Obama’nın ‘Libya’ya yönelik kararında yanlış olduğunu’ söylüyor ve ekliyordu: “En başta saldırıya uğramış değiliz. Saldırı tehdidiyle de karşı karşıya değiliz. Hayati ulusal çıkarlar da söz konusu değil.”
Libya’nın hayati bir ulusal çıkar olmadığı doğru olabilir; zira ABD, Kaddafi diktatörlüğüyle uzun süre yaşayabildi. Fakat Libya demokrasiye doğru ilerlemeye başladığı takdirde, getireceği yararlara bir bakın. Bu ivme, diktatörlük sonrası hayatlarını biçimlendirmeye çalışan Tunuslu ve Mısırlı demokratlara yardımcı olacak. Suriye’nin iktidara yapışan diktatörü Beşşar Esad’ı daha da tecrit edecek. Libyalıların öfke ve hüsranla terörist gruplara katılmak yerine kendileri için sağlıklı bir gelecek tahayyül edebilmeleri anlamına gelecek.

Bu Libya’nın savaşı ama...
‘Acaba’ diye başlayan bir yığın soru var elbette. Libya’nın kendi kendini yönetme geleneği yok ve 40 yıllık baskı sonrası cılız bir sivil topluma sahip. Misilleme cinayetleri, dahili iktidar savaşları, aşiret düşmanlıkları ve karşı devrim gibi riskler söz konusu. Fakat ABD’nin yardımı olmaksızın var olmayacak bir şey de var: Başarı şansı. Libya direnişi altı aydır iktidarı almaya hazırlanıyor. ABD, yaklaşmakta olan rejimle bağlantılara ve onun gözünde itibara sahip –askeri desteğinin bir başka faydası da bu.
Bu, her zaman olduğu gibi Libya’nın kendi savaşı olmayı sürdürüyor. Fakat ABD, ekonomik ve siyasi destek sağlayabilir. Savaş sona ererken, ABD’nin barışçı ve sivil yönetime başarılı bir geçişe yönelik çabalarını ikiye katlaması kilit önemde. Böyle bir sonuç, muhakkak ki ABD’nin menfaatine olacaktır. (Başyazı, 23 Ağustos 2011)

Kaynak: Radikal