Öncelikle belirtilmesi gereken, Alman savcılarının ortaya çıkardığı "Deniz Feneri" yolsuzluğunun vahameti. Umarım yargı süreci yolsuzluğu gerek Almanya, gerekse Türkiye'deki bütün sorumlularıyla ortaya çıkaracaktır.
Yolsuzlukla ilgili haberlerin Başbakan Tayyip Erdoğan ile medya patronu Aydın Doğan arasında ateşlediği kavgaya gelince, bununla ilgili yorumların bence en dikkate değer olanı, AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk'ın söyledikleri:
"Genelde başbakanlar kendileri hakkında beğenmedikleri haberler ya da yorumlar yayımlandığında medyaya baskı kurma yoluna gitme konusunda çok dikkatli olmalılar. Medyanın hükümette olsun muhalefette olsun politikacıları eleştirmesi siyasi hayatın bir parçasıdır. Politikacı olarak, hele bir başbakansanız, buna alışık olmanız gerekir. Bir başbakan hakkında kötü haber yapılıyor diye medyayı tehdit etmemeli. Eğer medyanın sizin hakkınızda yalan içerikli haberler yayımladığını düşünüyorsanız bunun çözüm yolu bellidir, mahkemeye gidersiniz. Bu tür sorunları halletmenin yolu budur... Bir politikacı, özellikle de bir başbakan medyaya şantaj yapma ya da baskı kurma yolunu tercih etmemeli... Her hükümetin adil, dengeli ama eleştiren bir basına ihtiyacı vardır. Gazeteciyi, medya yöneticilerini ve medya sahiplerini baskı altına alacak adımlardan kaçınılması gerekir. Tabii medya da adil ve dengeli olmalıdır..." (Milliyet, 9 Eylül)
Erdoğan-Doğan kavgası, belki bugüne kadar tanık olduğumuz iktidar-medya kavgalarının en şiddetlisi. Ama bu kavganın bir kez daha hatırlattığı problemi kamuoyu yakından tanıyor: Türkiye'de siyasi partiler ve özellikle iktidar partileri, medyayı denetimleri altına alarak, yandaş medya oluşturarak siyasi rekabette üstünlük sağlamaya çalışıyorlar. Medya patronları da medya dışı ticari çıkarlarını ilerletmek için, yaptıkları yayınlarla hükümetler üzerinde baskı kuruyor; işlerine geldiği zaman iktidara destek, gelmediği zaman köstek oluyorlar. Öyle ki bugün gazeteleri, manşetlerin arkasındaki amaç nedir sorusunu sormadan okumak neredeyse imkansız hale geldi. "Adil ve dengeli yayın" Türk medyasında mumla aranan bir vasıf.
Türkiye'de medya ile siyaset arasındaki ilişkiyi, ilginçtir, belki en iyi anlatan kişi bizzat Aydın Doğan. Doğan, TBMM Medya Sorunları Meclis Araştırması Komisyonu'nun 12 Haziran 2002 tarihli oturumunda yaptığı konuşmayı bir küçük kitapçık haline getirmiş ve Hürriyet gazetesiyle birlikte dağıtmıştı. O kitapçıktan aktarıyorum: "Bugün aramızda bulunan medya sahiplerinin büyük bölümü 'bir gün işimize yarar' diye gazete çıkarıyor, televizyon yayıncılığı yapıyor. Asıl amaçları gazete çıkarmak değil; gazeteleri ve televizyonları, radyoları kişisel çıkarları için gerekli gördüklerinde silah olarak kullanmak. Ben bunlara 'medya tacirleri' diyorum. Medyanın, ülkenin kurumları üzerindeki gücünü bir ticaret aracı olarak gördükleri ve bu gücü ticari-şahsi çıkarları için kullanmakta sakınca görmedikleri için...
"Gazeteler, televizyonlar, radyolar bu insanların elindeki silahtır... Onunla şantaj yapar, iftira atar, insanları, kurumları, hatta devlet organlarını sindirmeye çalışırlar. 'Bir gün işime yarar' hesabıyla yayıncılık yaparlar, buna güvendikleri için hesapsız, kanunsuz işlere girerler ve böyle oldukları için de çoğu kez o 'bir gün' gelir. Gazeteyi veya televizyonu aldıktan sonra etliye sütlüye karışmadan yayıncılık yapan 'medya tacirleri', yasalar karşısında zora düştüklerinde o politikayı üç beş saat içinde değiştirirler. Kırk yıldır hükümet yanlısı olanlar, kırk dakikada en hızlı muhalif kesilirler." (s. 8-9)
Tabii ki Aydın Doğan kendisinin 'medya taciri' değil 'gazeteci' olduğu; medya dışı yatırımlarının amacının elindeki medya kuruluşlarının bağımsızlığını güven altına almaktan ibaret olduğu iddiasında. Bu iddiaya çok çeşitli itirazlar var... Bunların belki en dikkate değer olanı için Emin Çölaşan'ın alt başlığı "Bir Medya Belgeseli" olan kitabına (Bilgi Kitabevi, Ekim 2007) bakılabilir.
Kaynak: Zaman