Böyle demişti Tel Aviv Büyükelçimiz Oğuz Çelikkol, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon tarafından maruz bırakıldığı nahoş muamelenin ardından.

İbranice, çünkü büyükelçilik yaptığı İsrail'in resmî ve konuşulan dili İbranice. İngilizce, çünkü Oğuz Çelikkol'un da bildiği bir dünya dilidir İngilizce. Bu ifadeden, o zaman bir diplomatın görev yaptığı ülkenin dilini ve dünya dilini bilmesi gerektiğini anlıyoruz. Türk dış politikasının ve Dışişleri Bakanlığı'nın yeniden yapılandırılmasının konuşulduğu şu günlerde bu konuya eğilmekte yarar var. Ülkelerin ya da toplumların dili belli. Peki ama, "dünya dili" ne demek ve diplomatlar onu niçin bilmeliler?

Her toplumun tarih içinde ihtiyaç ve münasebetlerine göre oluşan bir lisanı var. Bu lisan, topluluk mensuplarının doğuştan itibaren öğrendikleri dildir ve bunun için de anadil denir. "Dünya dili" kavramı, birden fazla toplumun, anadili olmamasına rağmen, konuştukları dil şeklinde tanımlanabilir. Dünya dili, bir topluluğun anadili olarak ortaya çıkar elbette. Herhangi bir topluluğun tabii anadili olmamasına rağmen, dünya dili olarak geliştirilmeye çalışılan diller şimdiye kadar pek başarılı olmadı. Bunlardan en başarılısı olduğu söylenen Esperanto lisanını, bugün için konuşabilen insan sayısı yüz bin civarında. Kuruluşundan bu yana yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen anadili Esperanto olan insan sayısı da sadece bin kişi. Dolayısıyla, dünya dilleri de bir topluluğun tabii anadili olarak ortaya çıkarlar ve zamanla başka topluluklar tarafından ikinci dil olarak kullanılınca dünya dili olurlar. Dünya dillerinin bütün yerküredeki topluluklar tarafından kullanılması henüz gerçekleşmiş bir vakıa değil. Buna en yakın olan, günümüzdeki İngilizcedir. Onun içindir ki; İngilizce, bugün neredeyse tek dünya dili haline gelmiş durumda.

ingilizce dışındaki dillerde başarısızız

Geçmişte belli bölgelerde dünya dili işlevini gören bir sürü dil var. Sümerce genellikle ilk dünya dili olarak kabul ediliyor. Gerçekten de İ.Ö. üçüncü bin yıldan itibaren Sümer dili, çevre topluluklar tarafından ortak bir dil olarak kullanılmaya başlıyor. Hatta zamanla günlük dil özelliğini kaybedip, literatürde, diplomaside ve dinî ayinlerde kullanılan bir dil haline geliyor. Mesela hem Akadlar hem de Babilliler tarafından, bir tür uluslararası ilişkiler ve ayin dili olarak kullanılıyor. Ortadoğu'da Sümerceden sonra sırasıyla Akadca, Aramice, tarihi Farsça dünya dili işlevini görüyor. Batı dünyasında Helenistik dönemde Eski Yunanca ve Roma döneminde ve akabinde Ortaçağlarda Latince dünya dili olarak kullanılıyor. Kadim Hint dünyasının ortak lisanı Sanskritçe. Eski Çin'de ve günümüz Çin dünyasında (Çin, Vietnam, Kamboçya ve bazı diğer Güneydoğu Asya toplulukları) Mandarin Çincesi yaygın olarak kullanılan ortak dil. İslam medeniyetinin klasik döneminde Arapça ve Farsça ortak dil işlevini görüyorlar. Buna daha sonra Türkçe de eklenir. Öyle ki, Toynbee'nin de vurguladığı gibi, onaltıncı yüzyılın sonunda bir seyyah Fas'tan Hindistan'a kadar Türkçe bilerek gidebilirdi. Modern dönemde Avrupalı sömürgeci ülkelerin dilleri kendi alanlarında dünya dilidirler. Aynı şekilde Rusça da, Avrasya'da bir dünya dili işlevi görmektedir. Lakin daha önce de belirttiğim gibi İngilizcenin yerküre ölçeğinde yaygınlaşması diğerlerini gölgede bırakmış durumda.

Aslında, farklı dillerden gelen insanların ortaklaşa kullanabilecekleri bir dünya dilinin bulunmasının bazı avantajları var. Şüphesiz hayatının büyük kısmını kendi toplumunun sınırları dahilinde geçiren birisi için bunun önemi yoktur. Ona kendi anadili yeter. Lakin hem geçmişte hem de günümüzde toplumlar arası ilişkiler her zaman olmuştur ve bu, bir iletişim meselesini gündeme getirecektir. Yerkürede ziyaret ettiğimiz her ülkenin lisanını öğrenmemiz mümkün olmadığına göre, ortak bir dünya dilinin varlığı aslında herkesin yararınadır. Bu, bir yandan ekonomiktir, çünkü tercüme masrafından kurtarır. Diğer yandan, ortak bir anlam ve üslup oluşturduğundan, daha iyi iletişim ve anlaşma sağlar. Ayrıca, ortak bir dünya dili ile daha güvenli olursunuz, çünkü ne demek istediğinizi kendiniz anlatır ve tercümanın ya da Oğuz Çelikkol'un durumunda olduğu gibi, muhataplarınızın olası sürprizlerine maruz kalmazsınız.

Dünya dilleri aynı anda diplomasi dili işlevi de görürler. Yani toplumlar ya da ülkeler arası münasebetlerde iletişim vasıtası olarak kullanılırlar. Orta Çağ Avrupası'nın diplomasi dili Latinceydi. Modern dönemde daimi temsilciliğe dayalı diplomasi İtalya'da ortaya çıktığı için İtalyanca diplomasi dilidir. Bunu Fransızca takip eder ve kısmî bir küresel yaygınlığa da erişir. Yirminci yüzyılda sadece Avrupa'nın değil bütün dünyanın diplomasi dili artık İngilizcedir. Bu durumda, günümüz dünyasında bir diplomatın İngilizce bilmesi olmazsa olmaz bir hususiyettir. Bunun yanında, görev yaptığı ülkenin dilini bilmesi gerektiği gibi bölgesindeki yaygın dillere de aşina olması gerekir. Hangi dilin dünya dili olacağı ve diplomatların da hangi dillere aşina olmasının yararlı olacağı tamamen tarihî gelişmelere bağlıdır. Mesela, onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında yaşamış Venedikli yazar Ottoviano Maggi, iyi bir diplomatın bilmesi gereken dilleri şöyle sayar: Latince, Yunanca, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Almanca ve Türkçe. Görüldüğü gibi, bu listede Türkçe var, ama İngilizce yok; çünkü onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında bir İngiliz'den başkasının İngilizce konuşmasını gerektirecek herhangi bir durum yoktur. Lakin bugün İngilizce sadece diplomatlar için değil, neredeyse turistler için bile elzemdir ve iyi ki de öyledir. Dünyada dolaşan herkes, Fransızlar bile, bunun faydasını bilir.

Türk diplomasisine gelince... Onsekizinci yüzyıla kadar Türk diplomatları haberleşme ve müzakere dili olarak Türkçeyi kullanırlar. Yabancıların da Türkçe konuşması ya da tercüman bulundurması beklenir. Onsekizinci yüzyılda Fransızca diplomasi dili olarak yaygınlaşınca Türk diplomatları da Fransızca öğrenmeye başlarlar. Ondokuzuncu yüzyılın başından itibaren bu artar. 1821 yılında kurulan Tercüme Odası'ndan sonra Fransızca artık Türk diplomatlarının çoğu tarafından kullanılır. Hatta Dışişleri Bakanlığı ile kendi sefaretlerimiz arasındaki bazı yazışmalarda bile Fransızca kullanıldığı görülür. Ondokuzuncu yüzyılda başlayan bu uluslararası diplomasi dilini kullanma pratiği devam etmiştir. Diplomatlarımız bugün de uluslararası diplomasi dilini, yani İngilizceyi, iyi bilirler. Lakin mahallî ve ulusal dillerin öğrenilmesi hususunda aynı derecede başarılı olduğumuz söylenemez. Tahran temsilciliğimizde görev yapan bir öğrencim, Türk büyükelçiliğinin Farsça kullanımı konusunda diğer büyükelçiliklerin çok gerisinde olduğunu söylemişti. İngiliz Hariciyesi, mesleğe yeni intisap eden diplomat adaylarının Avrupa dilleri dışında bir dili öğrenmesini isterdi. Bu nedenledir ki, Ankara'daki İngiliz elçilerinin hemen hemen hepsi iyi derecede Türkçe bilirler.

bakanlığın maddi imkânlarını artırmak şart

Son yıllarda, Dışişleri Bakanlığı'mız da yeni diplomatların Avrupa dilleri dışındaki dilleri öğrenmesini teşvik etmekte. Bu sürecin Ahmet Davutoğlu'nun dışişleri bakanlığı ile daha çok vurgulandığı ve özellikle komşu ülkelerin dilleri üzerine yoğunlaşıldığı yönünde haberler duyuyoruz. Aslında bir ülke diplomatlarının ya da en genelde aydınlarının komşu ülkelerin dillerine aşina olması gerekir ve bu, Türkiye'de uzun yıllar ihmal edilmiştir. Şimdi burada 'hangi diller bilinmeli' şeklinde bir soruya verilecek objektif cevap zannedersem sadece komşu ülkelerin değil, yakın çevredeki ülkelerin lisanının da bilinmesi gerektiğidir. Hatta Japonya'da görev yapan bir Türk diplomatın Japonca bilmesi sanırım hepimizin kabul edeceği bir nitelik. Dışişleri Bakanlığı'nın, ikili münasebetlerin yoğunluğuna, önemine ve ülkelerin uluslararası ilişkilerdeki ağırlıklarına göre bir planlama ile değişik dillerin öğrenilmesini teşvik etmesi gerekir. Şüphesiz bunun için bakanlığın maddî imkânlarının artırılması lazım. Son yıllarda, Türkiye'nin çevresinde daha etkin bir ülke olması, askerî gücünden daha çok yumuşak gücüyle (ekonomi, demokrasi ve diplomasi kaynaklı) açıklanmakta. Bu, bence de doğru. O zaman askerî harcamaların azaltılıp diplomasi harcamalarının artırılması rasyonel. Türkiye'nin askerî olarak küçülmesi, diplomatik olarak büyümesi ve yeni bir kaynak dağılımı yapılması lazım. Şüphesiz askerî varlığın küçülmesi ayrı bahis. Hemen itiraz edeceklere şunu söyleyeyim: Türk ordusunu yüzde elli küçültsek yine de Britanya ordusundan iki kat büyük olur. Ama Türk Hariciye'sini iki kat büyütsek İngiliz hariciyesinin yarısına varmaz. Bu durumda Hariciye'nin personel olarak güçlendirilmesi ve bu personelin de İngilizce ve Avrupa dilleri dışındaki lisanlara yönlendirilmesi elzem. Oğuz Çelikkol, kendisinin de dediği gibi, İbranice bilseydi Danny Ayalon'a gerekli tepkiyi verebilecekti.

Kaynak: Zaman