Almanya Başbakanı Bayan Merkel "çok kültürcülük Almanya'da tamamen iflas etmiştir." diye buyurmuş. Herhalde bu ifade senenin en soğuk şakalarından birisi olsa gerek. Zira ne Almanya herhangi bir zamanda çok kültürlü bir toplum oldu ne de çok kültürcülük politikaları Almanya'da bir an için tatbik edildi.
Yani Almanya'da çok kültürcülüğün iflasından bahsetmek mümkün değil, ama Almanya'nın çok kültürcülük hususunda iflas ettiğini söylemek pekâlâ mümkün. Dahası, sadece Almanya'nın değil genel olarak Avrupa'nın da çok kültürcülük siyasetinde pek başarılı olamadığını ifade edebiliriz. Önce biraz arka plan bilgisi verelim.
"Çok kültürcülük" (multiculturalism) kavramı ilk kez 1957 yılında kullanılmaya başlanmış. Kavramı ilk kullanan New Mexico'lu bir eğitim uzmanı olan Edward A.Medina. Medina, çok kültürcülüğü sonradan anlaşılacağı manada başarılı bir şekilde bir arada yaşamanın anahtarı olarak sunuyor ve çok dillilik ile birlikte kullanıyor. Yani çok dilli ve çok kültürlü bir toplumun barış içinde bir arada yaşaması için çok kültürcülük anlayışını ve uygulamalarını öneriyor. Kavramın daha sonraki kullanımları bu anlamını koruyor.
İLK DÜĞME YANLIŞ İLİKLENİRSE...
Bugün çok kültürcülük "çok kültürlü bir toplumda farklı kültürel grupların kendilerine has aidiyetlerinin idamesi ve desteklenmesi süreci veya siyaseti" olarak tanımlanmakta. Kavramın popülerleşmesi 1970'li yıllarda başlamış. Bu konuda en önemli etkenin 1971 tarihli Kanada Çok Kültürcülük Yasası olduğu şüphesiz. Bu yasa ile Kanada ülkedeki farklı kültürleri veya kültürel cemaatleri Kanada'nın ayrılmaz bir mirası ve büyük bir zenginliği olarak niteledi ve bunların moral olarak eşit olduklarını açıklıkla ifade etti. Sadece kültürel toplulukların kendi kimlik ve kültürel hususiyetlerini koruma hakkından bahsedilmedi; Kanada'nın, yani hükümetlerin, bunları muhafaza etmek ve geliştirmek görevi olduğu da vurgulandı. Eşitlik ilkesi ve Kanada anayasasında tanınan bireysel hak ve hürriyetler ihlal edilmediği sürece kültürel kimliklerin ve hususiyetlerin ne olduğu (dil, din, gelenek, sembol... gibi) tamamen ilgili toplulukların kararına bırakıldı. Kanada'da çok kültürcülük sadece bahsettiğim yasa ile değil, anayasanın 27. bölümüne eklenerek anayasal güvence altına alınmış durumda.
Özetle, Kanada'da çok kültürcülük katlanılması gereken bir siyaset olmanın ötesinde pozitif olarak benimsenen ve teşvik edilen bir özellik. Bu çerçevede Kanada kültürel gruplara yönelik bir dizi pozitif politikalar uygulamakta ve günümüz dünyasında çok kültürcülüğün belki de en başarılı örneğini sunmakta. Kanada gibi Avustralya, Yeni Zelanda, Hindistan, Mauritius, ABD ve kısmen İngiltere başarılı örnekler olarak zikredilebilir. Almanya ve Avrupa ise çok kültürlülük karşısında çok kültürcü bir tutumdan ziyade, tek kültürcü ya da hâkim kültürcü bir siyaset izlediler. Bu siyaset asimilasyoncu ya da entegrasyoncu gibi değişik uygulamalarla yapılsa da, esas olan bir kültürün asli unsur olarak nitelenmesi ve diğer kültürlerin ikincil olarak görülmesidir.
Almanya ve Avrupa'nın çok kültürcülük hususunda niçin başarılı olamadığını anlamak için bazı belirlemeler yapmamız gerekiyor. Çok kültürcülük için her şeyden önce toplumda veya ülkede çok kültürlülüğün bir veri olduğu yani birden fazla kültür gruplarının varlığı kabul edilmelidir. Yani eğer bir zamanlar Türkiye'de bazıların düşündüğü gibi eğer "Kürt yoktur, onlar dağ Türkleridir" derseniz zaten en baştan farklı kültür gruplarının varlığını inkâr etmişsinizdir ve tek kültürcü bir politika benimsemişsinizdir. Dünyada son yüzyıllarda artan ulaşım teknolojileri ve diğer faktörlerin etkisiyle hızlanan ülkeler ve kıtalar arası göçlerle, günümüzde herhangi bir ülkenin tek bir kültür grubundan oluştuğunu söylemek mümkün değil. Bu hayli tekil bir nüfus çoğunluğuna sahip olan Malta gibi küçük bir ada ülkesi ya da Japonya gibi kısmen uzak bir ülke için bile geçerlidir.
AVRUPA ÜLKELERİ NEDEN BAŞARISIZ OLDU?
Çok kültürcülük için ikinci olarak belirtmemiz gereken durum, farklı kültürlerin moral eşitliğinin kabulüdür. İster etnik veya dilsel, ister dinî ya da felsefi, ister mahalli yahut sınır ötesi anlamlarda tanımlansın, farklı kültürler tarih içinde bir sürü objektif ve sübjektif faktörlerin etkileşimi ile meydana gelirler. Bunların detaylarına burada girmemiz mümkün değil. Lakin kesin olarak söyleyebileceğimiz bir şey var: Herhangi bir kültür grubunun diğerine üstünlüğünü ya da önceliğini belirleyecek herkesin kabul edeceği objektif bir kıstas yok. Yani bir grubun ötekine üstünlük ya da öncelik durumu tamamen sübjektif bir iddia. O zaman çok kültürlü bir ülkede bu kültürlerin barış içinde bir arada yaşaması için bunların moral eşitliğini kabul etmemiz gerekir. Somutlarsam, Türk olmakla Alman olmanın ya da Hıristiyan olmakla Müslüman olmanın moral olarak eşit olduğunu kabullenmek gerekir. Son olarak şunu da ortaya koymak gerekiyor: Barış içinde bir arada yaşamak için çok kültürlülüğü sadece bir veri olarak ve bu kültürlerin moral eşitliğini soyut olarak kabul etmek yetmez. Farklı kültürleri kabullenmenin ötesinde müspet bir durum olarak benimsemeli ve bunların kendi kültürlerini, diğerlerine müdahale etmedikleri sürece, yaşamalarına yönelik pozitif bir iklim yaratmalı ve politikalar üretmeliyiz. Aslında bu üçüncü koşul ikinci koşulun, yani kültürlerin moral eşitliğinin, tabii bir sonucudur ve yukarıda zikrettiğim başarılı örneklere baktığımızda bunu görürüz.
Bu çerçevede Almanya'ya baktığımız zaman, her ne kadar 1970'lerin sonundan itibaren Yeşillerin ve biraz da Sosyal Demokratların kullandığı bir "multikulti" söylemi varsa da, çok kültürlülük ve hele çok kültürcülük, ülkede hiçbir zaman benimsenmedi. Almanya vatandaşı olmak için kan bağına dayalı Alman anne ya da babadan doğma şartı ancak 1999'da kaldırıldı. Daha bu yılın başında Almanya Parlamentosu çifte vatandaşlığı reddetti. Yani Almanya farklı kültürlerin varlığını ve özellikle de onların moral eşitliğini henüz tam olarak kabul etmiş değil. Yukarıda bahsettiğim üçüncü koşulun gereği olan pozitif iklim ve pozitif politikalar ise Almanya'da hiç olmadı. Başta alıntıladığım konuşmasında Bayan Merkel, müspet politikalar bir yana, gelen göçmenlerin misafir olduklarını ve bir gün geri dönmelerinin beklendiğini itiraf etti. Aslında Almanya'nın ve genel olarak Avrupa'nın ve daha birçok ülkenin çok kültürcülük konusunda başarısız olmalarının sebebi, farklı kültürlerin moral eşitliğini kabul etmemeleri. Bunun da temelinde modern çağın benmerkezci ideolojisi milliyetçilik ve Avrupa'nın hâlâ kendini medeniyetin biricik sahibi olarak addetmekten kurtulamaması var.
Kaynak: Zaman