Türkiye Hizbullahı’nın ne olduğunu bilmek çok zor. Şu an Ergenekon sanığı olan bazı kişiler Hizbullah’ı PKK’ya karşı bir tür kontr-örgüt olarak kurduklarını söylüyorlar.
Pek çok uzmana göre de Hizbullah bazı devlet görevlilerince korundu ve kollandı. Diğer taraftan samimi olarak örgüte katılan on binlerce insan var. Bu kitle hem eğitim düzeyi, hem de gelir düzeyi düşük insanlardan oluşuyor. Hizbullah şiddetin rutin olduğu ve neredeyse normal sayıldığı bir bölgede etnik kimliği dinci şiddetle birleştirdi. Sonuçta ortaya kullanılmaya ve provokasyona çok açık bir yapı çıktı. Liderleri Hüseyin Velioğlu’nun da öldürüldüğü 2000 yılındaki operasyonlarla örgüt önemli ölçüde çöktü. Ancak kitle ve örgütü oluşturan gerekçeler hala yerli yerindeydi ve Hizbullah 2000’ler boyunca sivil görünümlü bir dernek olarak varlığını sürdürdü. Şiddetten önemli ölçüde uzaklaştı, PKK’yla çatışmayı da reddetti. Ancak pek çok uzmana göre pasif ve silahsız büyüme bir taktik ve bu tercihler belli bir büyüklüğe ulaşıldığına ikna olunması halinde kısa sürede değişebilir. Başka bir ifade ile Hizbullah yeniden şiddete başvurabilir veya buna zorlanabilir. Bu patlama PKK’ya karşı da olabilir, devlete karşı da.
Seçim sonrasının mayınları
Hizbullah konusundaki bir diğer risk ise örgütün önümüzdeki genel seçimlerde Meclis’e girmek istemesi. Aslına bakarsanız en radikal fikirlerin dahi şiddet olmaksızın Meclis’te temsil edilmesi demokrasi ve hatta güvenlik açısından yararlı bir gelişmedir. Ancak PKK örneğinde Meclis’in bir iletişim ve uzlaşma zemini olarak kullanılmadığını, aksine dağdaki şiddetin pazarlanması ve şiddetin zaman zaman tırmandırılmasında bir araç olarak görüldüğünü söylemek mümkün. PKK’nın BDP üzerinden sergilediği bu tavır Türkiye’yi çok yordu. Eğer Hizbullah bir veya birkaç bağımsız milletvekili ile dahi olsa TBMM’ye girmeyi başarabilirse benzeri bir yorgunluğun, hatta çok daha fazlasının yaşanacağı çok açıktır. Hizbullah, tıpkı BDP gibi Meclis kürsüsünü Kürtçü açıklamalar için kullanmak isteyebilir. Ancak asıl risk etnik bölücülükten çok laiklik ve Atatürk konusunda ortaya çıkacaktır. Atatürk’e ağır eleştiriler, hatta hakaretler Meclis kürsüsünden de olsa dile getirildiğinde buna toplumun ve mahkemelerin sessiz kalmasının zorlaşacağı aşikârdır. Dahası bu tür provokasyonlar PKK şiddeti ve BDP tahrikleri ile birleştiğinde ortaya taşınması güç bir yük çıkacaktır.
Bu tabloya bakıldığında Haziran ayındaki genel seçimlerden sonra da darbecilerin ümitlerinin solmayacağı anlaşılıyor. Batı’da özellikle laiklik üzerinden rejim tartışmaları çıkarmanın güçleştiği bir dönemde Hizbullah (PKK ile birlikte) kimileri için bulunmaz bir fırsat sunabilir. Bu nedenle gerek muhalefetin, gerekse iktidarın Hizbullah konusunda çok dikkatli olması gerekmektedir. Aksi takdirde siyasi rekabetle körleşen siyaset kurumları bölgede büyüyen tehlikeyi göremez ve ağır bedeller ödenir. Bu nedenle tıpkı PKK ve Kürt meselesinde olduğu gibi, Hizbullah konusunda da partiler ayaküstü açıklamalar yapmamalı, bu konuları gündelik siyasetin malzemesi saymamalıdırlar.
Kılıçdaroğlu-Erdoğan polemiği
Bu bağlamda CHP Genel Başkanı’nın basına yansıyan sözleriyle başlayan polemik oldukça düşündürücüdür. Kılıçdaroğlu “AKP’nin Hizbullah’la işbirliği yaptığını bölgede herkes biliyor. Gidin sorun. Bütün seçimlerde bunu yaptılar. Yurttaşlar bunu söylüyor” diyor. Sayın Kılıçdaroğlu bu iddiasına ise mahkemelerce serbest bırakılan bazı Hizbullah üyelerinin kaçmasını ve henüz yakalanamamış olmasını delil olarak gösteriyor. Öncelikle ortada delil olmadan bir partiyi, üstelik iktidar partisini bir terör örgütü ile ilişkili göstermek doğru değildir. İkincisi siyaset bilimciler çok iyi bilirler ki bölgede PKK da, Hizbullah da AK Parti’nin rakibidirler, ortağı değil. Hem PKK, hem de Hizbullah özellikle dindar Kürt oylarının AK Parti tarafından ellerinden alındığını düşünmektedirler. Ayrıca 2000 yılından bu yana güvenlik güçlerinin Hizbullah’a karşı operasyonları dikkate alındığında, ortada ciddi bir politika değişikliğinin olmadığı kolayca anlaşılmaktadır.
Tahminim odur ki Sayın Kılıçdaroğlu sorunun cazipliğine kapılıp, belki de daha önce üzerinde çok da akıl yormadığı bir hususta yorum yaptı. Fakat terör örgütleri ile meşru siyaseti ilişkilendirmek diğer konularda polemik yapmaya benzemiyor. Konu öylesine hassas ve risklerle dolu ki, tartışmaların sonunda Türkiye çok ağır bedeller ödemek zorunda kalabilir. Bu nedenle milli menfaatler için, bu gereksiz polemik daha fazla uzatılmamalıdır.
Kaynak: Star