Dostum Herkül Millas'ın "Boğaziçi Üniversitesi ve reflekslerimiz" (Zaman, 27 Eylül) başlıklı yazısı, bütün yazıları gibi, çok dikkate değerdi.
Herkül, bu yazısında, özetle şunları söylüyordu: Hepimiz şu veya bu ölçüde çevremizin, özellikle de okuduğumuz okulların ürünüyüz. Beni ben yapan, Robert Kolej'de (yüksek kısmı sonra Boğaziçi Üniversitesi oldu) aldığım eğitimdir. Bu okulda eğitildiğim için, doğru ya da yanlış, görüşümü çekinmeden söylemek benim için bir reflekse dönüştü; bu sayede farklı görüşlere her zaman açık oldum. Demokrasi, bir yaşam ve davranış biçimidir. Farklı düşünen ve davrananlara yasaklar koymaya kalkarsanız, egemenliğin halka ait ve özgürlüğün bir erdem olduğunu biliyor olmanızın hiçbir kıymeti yoktur. Medeniyet dediğimiz şey özünde farklılığa saygı ve hoşgörüdür...

Herkül, buradan kalkarak, Boğaziçi Üniversitesi'nin yeni rektörünü, okulun bütün geleneklerini hiçe sayarak, kurallar bunu gerektiriyor diyerek, kız öğrencileri başörtülerini çıkarmaya zorladığı için istifa etmeye çağırıyordu. Yeni rektör istifa etmedi ama gördüğü yaygın tepki üzerine öğrencilerin başörtüleriyle derslere devam etmelerini engellemeye son verdi. Ne var ki, bu insan haklarına, demokrasiye ve uygarlığa karşı yasak, yasalar değil ama yüksek yargı organları böyle diyor diye üniversitelerimizin büyük çoğunluğunda uygulanmaya maalesef devam ediyor. Türkiye özgürlükçü bir demokrasi, uygar bir ülke olma iddiasını sürdürecek ise bu yasağı kaldırmak zorunda. Bunun çok geçmeden gerçekleşeceğine inanıyorum.

Evet, eğer söz konusu yasak bunca yıllık demokrasi tecrübesine rağmen sürüyor ise bu sadece yüksek yargı organları kararlarının değil, ne yazık ki ailelerde, okullarda verilen eğitimden, genel kültürden beslenen farklılığa saygısız, hoşgörüsüz zihniyetin bir sonucu. Genel olarak okullarımızın, eğitim sistemimizin öğrencilere Robert Kolej'in Herkül Millas'a kazandırdığı refleksleri kazandırmadığı muhakkak.

Herkül'ün söyledikleri beni kendi eğitimim üzerine düşünmeye de sevk etti. Ben onun gibi "hazırlık sınıfından üniversiteye Robert Kolejli" değilim. Hazırlık sınıflarını ve ortaokulu, 1971'de kapanan İngiliz Erkek Lisesi'nde, sadece liseyi Robert Kolej'de, üniversiteyi ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, yani Mülkiye'de okudum. Robert Kolej'den Mülkiye'ye, İstanbul'dan Ankara'ya taşınma ciddi bir çevre değişikliğiydi. Ama yalnız İstanbul'daki okullarımdan değil, ailemden de aldığım hayli liberal değerlerle, Mülkiye'deki ilk yıllarda da soru sormayı, eleştirel bakmayı, araştırmayı, farklı fikirleri sınamayı, görünenin arkasındaki gerçeği aramayı sürdürmedim değil. Eleştirel düşünceyi telkin ve teşvik eden hocalar da yok değildi.

Ama bir süre sonra ne olduysa oldu... Robert Kolej'den gelenler dahil çoğu arkadaşlarım ve ben, mutlak doğruların keşfine yöneldik. Bu bizi sonunda "Küçük kırmızı kitabı oku, yeter" noktasına kadar götürdü. Robert Kolej'den gelmek, hiçbir şekilde ağır bir dogmatizme saplanmaya engel olmadı. Bunda o günlere damgasını vuran, "zamanın ruhu"nu çalmış olan otoriter ya da totaliter ideolojilerin bombardımanı altında kalmamızın büyük rolü olduğu muhakkaktı. Evet, çoğumuz zamanla söz konusu ideolojilerin tutsaklığından kurtulmayı başaracaktık, ama bu hiç de kolay olmayacaktı.

Demek istediğim, sadece okulların ürünü değiliz. Sadece okulların ürünü olmadığımız gibi, aynı okullar farklı kimselere farklı refleksler verebiliyor. Robert Kolej mezunları arasında bugün tanık olduğum, liberal eğilimlilerle otoriter Kemalist eğilimliler arasındaki bölünme hayret verici ölçüde derin. Yine de bugün dünden çok farklı. Bugün otoriter zihniyetin karşısında duran demokratik zihniyet, giderek yayılıyor ve güçleniyor. Giderek globalleşen dünyamızda otoriter ve totaliter ideolojilerin hakimiyeti hayli geride kaldı. "Geri dönüş kesinlikle olmaz" denemez elbette, ama edinilen tecrübelerin bir kenara bırakılacağını hiç sanmıyorum. Onun için geleceğe dair temkinli iyimserim. İyi bayramlar.

Kaynak: Zaman