Anlaşılan o ki Suriye'nin eski devlet başkanı Hafız Esad'ın ölüm döşeğindeyken oğlu Beşar'a verdiği, ülkemizle iyi ilişkiler geliştirilmesi yönündeki öğütlerini, oğlu dikkate almış ve bu doğrultuda İsrail ile barışmak hususunda Türkiye'nin arabuluculuğunu talep ederek elindeki yumurta sepetini tüm eleştirilere rağmen Ankara'ya teslim etmekte bir sakınca görmemiştir...
Bu çerçevede Ankara'nın inisiyatifi ile başlayan Şam-Tel Aviv barış görüşmeleri bölge ile ilgilenen birçok ülke, güç ve uzmanı hareketlendirdiği kadar başta İran olmak üzere sorunun doğrudan ve dolaylı taraflarınca bölgesel barışın sağlanması bakımından desteklenmesi gereken önemli bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Türkiye'nin arabuluculuğu, taşımış olduğu büyük umutlar kadar önemli tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Ancak, Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın bu adımların sonuç vermesi için uzun ve çetrefilli bir sürecin aşılması gerektiğine yönelik açıklamaları ve aynı doğrultuda İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gabi Levi'nin de, Suriye ile yaşanan anlaşmazlıkların çözümünü önce diplomatların, akabinde siyasilerin devreye gireceği uzun bir maraton olarak değerlendirmesi sonrasında bölge genelinde giderek artan çözüme yönelik kısa vadeli beklentilerin gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı anlaşılmıştır.
İSRAİL VE SURİYE'NİN YAPMASI GEREKENLER
Söz konusu girişimin başarıya ulaşması hususunda ilgili tarafların hem iç politikaları hem de bölgesel politikalarını ve bugüne kadar izlemiş oldukları çözümsüzlüğe hizmet eden taleplerini ciddi bir şekilde gözden geçirmek mecburiyetindedirler. Öncelikle İsrail'in barışa yönelik güçlü bir siyasi irade sergilemesini engelleyen ve iç politik gelişmelerden kaynaklanan çelişkili açıklamalarına son vermesinin gerekliliği konusu dikkatle irdelenmelidir. Bu bağlamda İsrail tarafı Başbakan Olmert'in özellikle Golan'ın iadesi ile ilgili açıklamaları sonrasında en güçlü rakibi Likud lideri Benjamin Netanyahu'nun Golan platosundan çekilmesinin bu bölgenin İran'a teslimi anlamına geldiğini iddia etmesiyle birlikte ortaya çıkan tartışmalara son vermelidir.
Bizzat Savunma Bakanı Ehud Barak tarafından gündeme getirilen "Golan'a karşı hem barışın hem de Golan tepesinin zengin yeraltı suyunun istendiği" iç politik kaygılar etrafında gelişen denklemleri de bir kenara bırakması gerekmektedir. Lübnan hezimeti sonrasında savaşın bir çözüm alternatifi olmadığı görülerek Suriye ile bir uzlaşı gerçekleştirmek yalnız bu ülke ile olan sorunların giderilmesine hizmet etmeyeceği, aynı zamanda Hamas ile diyalog sağlanması için de Tel Aviv'e büyük açılımlar getireceğini de görmek gerekir. Suriye'ye karşı gündeme getirilen ve Golan'ın iadesinden ziyade Şam yönetiminin Hamas, Hizbullah ve İran ile yapmış olduğu ittifakın dağılması hususundaki taleplerden vazgeçilerek, Esad iktidarı ile barışmanın sağlayacağı İran ve Hamas ile diyalog köprüleri kurulması yönündeki fırsatları değerlendirmek de İsrail'in elindedir.
Ayrıca İsrail 1967'de işgal ettiği Golan topraklarını iade etmek isteyen bir müzakereci olarak bu topraklardaki askerî manevraları ve Yahudi yerleşimleri kurulması yönündeki projeleri durdurmak zorundadır. Bunun yanı sıra başta Filistin olmak üzere, Suriye ve Lübnan'a yönelik sivilleri hedef alan ve barış çabalarını baltalayan müdahalelere son verilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede İsrail'in, Suriye'nin sergilediği ılımlı tutumu dikkate alarak 1993'te Menahem Begin ve 2000 yılında Ehud Barak dönemlerinde kaçırılan fırsatların maliyetini hatırlayarak, Ankara tarafından sunulan çözüm şansını değerlendirmesinin ne derece önemli olduğunu görmesi şarttır.
1967 Arap-İsrail savaşından sonra BM Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 sayılı kararlarını kabul ederek ve 1990 yılındaki Uluslararası Madrid Barış Konferansı sonrasında barışın sağlanmasında niyetini bir kez daha ortaya koyarak somut adımlar atmaktan çekinmeyen, sorunun diğer aktörü konumundaki Suriye ise Lübnan'daki etkinliği nedeniyle kendisine yönelen suçlama ve baskılardan kurtulması bakımından İsrail ile barışın sağlanmasını önemli bir fırsat olarak görmelidir. Suriye'nin çözüm odaklı politikalar geliştirmesi, uluslararası toplumdan gelen eleştirileri hafifleteceği gibi güvenliğine yönelik olarak Tel Aviv'den gelen tacizlerin de önünün kesilmesini sağlayabilecektir. Bu yeni arayışların son dönemde hem Hamas konusunda hem de son Arap Birliği zirvesi bağlamında başta Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan gibi Arap ülkeleriyle yaşanan gerginliklere çözüm bulunması hususunda da yeni girişimlere başlamasına vesile olabilir. Beşar Esad, bölgede oluşan yeni dengeleri dikkate alarak gösterdiği cesaret çerçevesinde gerek ülkesine gerekse dünya kamuoyunda kendisine yönelen eleştiri oklarını hafifletmek açısından barışa yönelik yeni ve güçlü bir adım atmak zorundadır.
ANKARA RİSK ALDIĞINI UNUTMAMALI
Aslında barış inisiyatifi ekseninde esas düşündürücü hususu sorunun muhatabı olan iki ülkeden değil doğrudan Beyaz Saray'dan meseleye ilişkin olarak gelen açıklamalar oluşturmaktadır. Zira Bush yönetiminin İsrail nezdinde barışı destekleme yönünde değil, aksine Suriye ile barış görüşmelerine girişilmemesi hususunda baskı yapması, ABD'nin zaten yıpranan imajına büyük yaralar açacak gibi gözükmektedir. Bu bakımdan iki ülke arasında barış girişimlerinin temelleri atılsa bile Amerikan başkanlık seçimlerinin sonuçları ve buna bağlı olarak Washington'un bu sürece vereceği destek ve bölgesel anlaşmazlıkları engellemek yerine çözüme bağlayacak bir politika dönüşümüne girmesi barışın sağlanmasında büyük önem taşımaktadır.
Uzlaşı çabaları doğrultusunda ilerleme sağlanmaya gayret edilirken dikkat edilmesi gereken diğer bir önemli mesele İran'ın sergileyeceği tutumla ilgilidir. Gerek Suriye ile olan yakın ilişkisi gerekse bölgede belirleyici bir unsur haline gelmesi, Tahran'ın dışlanmasının barış görüşmelerinin sonuca ulaşmasını engelleyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu çerçevede Türkiye, arabuluculuk vazifesini yerine getirirken İran ve Lübnan'ın iç politik dengesi, Hizbullah ve Hamas gibi örgütler nezdindeki etkisi ve stratejik müttefiki olan Suriye ile yakın ilişkileri dikkate alacaktır. Barışın güçlendirilmesi yönünde İran'a düşen görev, başlatılan sürece destek olmak ve Şam yönetimi nezdindeki itibarını çözüme yönelik kullanmaktır. Böylelikle Tahran yönetimi barışa katkı sağlamasının yanı sıra son dönemde maruz kaldığı Batı kaynaklı baskılardan kurtulmak için önemli bir fırsat elde etmiş olacaktır.
Türkiye, özellikle son yıllarda Filistin'deki iç çatışmaların sona erdirilmesi çabalarının yanı sıra, İsrail-Lübnan, Pakistan-İsrail, Pakistan-Afganistan arasında diyalog girişimlerini somutlaştırmış ve NATO gücü bünyesinde Afganistan'da, BM barış gücü şemsiyesi altında Lübnan'da ve yine bu doğrultuda Bosna Hersek'te asker bulundurmayı göze alarak tamamen barış ve istikrar odaklı bir dış politika geliştirmiş ve bu çerçevede inisiyatif kullanmaktan çekinmemiştir. Ancak, Türkiye'nin Şam ve Tel Aviv arasında üstlendiği barış misyonuna karşı, İsrail tarafından gelecek olumsuz cevaplar ve işbirliğinden kaçınmak hususunda sergilenecek politikalar, Ankara'nın bölgesel prestijini zedeleyebileceği gibi ülkemizin İran ve Suriye ile karşı karşıya getirilmesine dahi neden olabilecek niteliktedir. Bu çerçevede İsrail'in su ihtiyacının üçte birini karşıladığı Golan topraklarını iade etmesi için çok ciddi pazarlıklar içerisine gireceği ve bu konudaki görüşmelerin ana noktasını su meselesinin oluşturacağı ilk sinyallerini vermiştir. Olmert hükümetinin Golan'ın su kaynaklarının İsrail'e bırakılması karşılığında Türkiye'nin su açısından Suriye'yi desteklemesine ilişkin bir talepte bulunması şaşırtıcı olmayacaktır.
Sonuç itibarıyla, bölgesel ve uluslararası aktörlerin Türkiye'nin başlatmış olduğu bu barış inisiyatifine hazır olmakla birlikte bu yönde gerek Suriye'den gerekse İsrail'den beklenen güçlü siyasi iradenin ne zaman ve hangi prosedürler ekseninde gelişeceği önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda 1977'de Camp David görüşmeleri öncesinde Mısır ile İsrail arasındaki yakınlaşmaları başlatan ve barış sürecinin ilk adımını teşkil eden Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın Kudüs ziyaretine benzer bir iyi niyet gösterisinin bu anlamda Olmert ve Esad arasında da gerekli olduğu açıktır.
Kaynak: Zaman