İtiraf edeyim: Uzun süredir çoğu gazeteyi ihtiyatla okuyor, televizyonu tartarak izliyorum.
Zihnimde oluşan hayali bir filtre, bir gergef gibi okuduğum haberlerin, izlediğim bültenlerin önüne gerilmiş duruyor. Ve okurken, izlerken bana ısrarla mesleğimin 5 N'sini, 1 K'sını soruyor:
Bu "çok gizli" belgeyi, o "ortam dinleme" kaydını kim, hangi amaçla ve neden şimdi sızdırdı?
İnternete dağıtılan ses bandının ne kadarı gerçek, ne kadarı montaj?
Ne kadarı pazarlandı, ne kadarı bir başka pazarlığın kozu olarak saklandı?
Neden o gazete dün muhalefet ettiğine bugün biat etti ve birden rota değiştirdi?
Niye o TV, şu bakana saldırırken, bu bürokratı tehdit etti?
O gazete şu manşeti atarken ya da bu haberi saklarken neye inanmamızı istedi?
* * *
Önceki günkü Taraf'ta, Jandarma Genel Komutanlığı'na ait görüşme notunu okuyunca, medya bahsinde benim filtrenin ne kadar elzem olduğunu bir kez daha anladım.
Jandarma'dan iki komutanın 2003 sonunda, işadamı Mehmet Emin Karamehmet'le yaptıkları görüşmenin resmi tutanakları, Türkiye'de sermaye-medya-iktidar ilişkisini anlamak isteyenler için eşsiz bir kılavuz niteliğinde...
Tutanaklar, sadece askerin siyasetteki rolünü değil, sermayenin iktidara bağımlılığını da, medyanın bu ilişkide nasıl kullanıldığını da kanıtlıyor.
Aynı gün internete sızdırılan bir görüşme kaydından da tutuklu bir komutanın eşinin, mahkemeleri "bizden olanlar/karşıt olanlar" diye tasnif edişini dinliyoruz.
Bandı kimin kaydedip kimin sızdırdığını bilmiyoruz.
Anlaşılan şu ki, güç el değiştirirken, "dinleyen" ile "dinlenen" de yer değiştirmiş.
Dün, cep telefonu operatörleriyle "çok güzel ilişki" içinde dinleme yapanları, "dinledikleri" dinliyor bugün...
Daha önceki seçim arifelerinde filancanın kasalarında bekletilen fişmanca karşıtı bantlar sızdırılırdı; şimdi fişmancanın kasasındaki bantlar, belgeler, tutanaklar, "zamanı gelince", filanca aleyhine sızdırılıyor.
* * *
Devlet arşivinde buna benzer başka görüşmelerin tutanakları yok mudur?
Eminim pek çoktur.
Çoğu sermaye grubunun bu kadar iktidara mahkûm, siyasetin böylesine askere meftun, askerin medyaya bunca düşkün olduğu bir ortamda ve kendi medyasını oluşturma çabasındaki bir Başbakan'la bu çarkın dışında kalmak zordur.
Bunu bilerek hangimiz güven içinde okuyup yazabiliriz ki?
Kendiminki dahil, güvenilirliğine kalıbımı basacağım gazeteler, televizyonlar bile bu furyada itibar yitirmez mi?
* * *
Yazı işleri ile şirket işleri net çizgilerle birbirinden ayrılmadıkça, medya tam bağımsızlığını ilan etmedikçe, asker bu işlerden elini çekmedikçe, hâlâ inatla "Gazete okumayın" kampanyası açan Başbakan medyaya hâkim olma hırsından vazgeçmedikçe, en güvenilir gazete de, en namuslu gazeteci de, en tutarlı televizyoncu da zan altında kalacaktır.
Okur, haklı olarak kuşkulanacak, her haberi "acaba" diyerek okuyacaktır.
Ve basın, "Niye tiraj alamıyoruz?", "Neden 'Güvenilir kurumlar' sıralamasında yıldan yıla geriye düşüyoruz?" diye sorup duracaktır.
Şimdilik en iyisi, zihindeki filtreyi korumak, her haberi sorgulamak, "sızdırmalar"dan kuşkulanmak, farklı yorumları karşılaştırmaktır.
Bu kavgada medya böyle bir süre daha dalgalanır.
Sonra umuyorum ki, esaslı bir özeleştirinin ardından okurun zihnindeki kuşkuyu dağıtacak bir şeffaflaşma dönemi açılır; yanlışlar ayıklanır, doğrular ayakta kalır.
Milliyet