Zeytinburnu Belediyesi tarafından 19 ve 20 Mayıs’ta İstanbul’a gerçekleştirilen İslamcılık Sempozyumu’na “İslamcı Harekette Roman’tik Huzursuzluk” başlığını taşıyan bir sunumla katıldım. Özlü olarak sunumum, İslamcı hareketin yükselişe geçtiği yılların duygusal yönünü oluşturan ve mısralarla, vaazlarla, sohbet toplantılarıyla maddi yapısına da biçim veren edebi metinlere ilişkin bir okuma denemesiydi. Roman konusundaki ihtiyat veya reddiyenin sebep olduğu kısıtlamalar nedeniyle, dönemin edebiyattaki yansımalarının özellikle öykü ve şiir türlerinde bulunabileceğini dile getirdim.  Örnek olarak, izlenmeye değer bir şair olduğunu düşündüğüm İsmail Kılıçarslan’a ait bir şiiri seçtim: “Romantizmin Yeniden Keşfi”.*

Kılıçarslan’ın şiiri tarihi ve toplumu süzen, zaman tarafından süzülmüş mısralarla ilerliyor. Bir şiirin yorumlanmaması gerektiğini biliyor, yine de bir şeyler yazmaktan kendimi alamıyorum.

Şiiri ava giden erkeğin ufka dönük dikkatiyle ilişkilendiriyor kimi yazarlar. Bu durumda kadına kalmış olan da sanki daha hâkir bir tür olarak “öykü”.  Yakın zamana kadar geçerliliğini koruyan bir açıklama bu.  Arap atlar misali araçlar ırağı yakın eylerken şiir uzamı esniyor, genişliyor. Uzak ne kadar uzak, yakın ne kadar yakın...

Geçiciliğe, mesafe kaybına, yakının göz önündeki çelişkileri, zorlukları, ağır taleplerine karşı dua eder gibi tutkuyla, şiire sarılmak...  Vişne mevsimi gelip geçerken yaşanmış son kar mevsimi düşüyor aklına Romantizmin Yeniden Keşfi’nin şairinin ve  İslamcı duyarlığın ilkbaharının sorularını şimdiye taşıyor. İşte öyleydi, uzaktan sevmek ve uzağı sevmek birbirine karıştırıldığı için karışırdı cümleler, sabaha kadar oturup konuşmak ve taze ufuklar kadar yeni hayal kırıklıklarına da hazırlanmak gerekirdi.

Şiirin elinden tuttuğu, imdadına koştuğu hiçbir yer uzak değil, olamaz; Meksika Sınırı bir yanıyla burada olmaya devam edecek ve Moro Savaşçıları’nı hatırlayan birileri de olmalıydı. “Ablam uzak ülkede” şiirleri başka türlü bir duyuşla yazılamazdı. 

Şair, bir kez daha –önce esnaf babasından öğrendiği-  romantizmi yeniden keşfediyor, elbette ironik; şairin bütün kelimeleri bir yeniden keşfin heyecanını taşır.  Üstelik o keşif heyecanı, o tutku, düşünce dünyasını, içsel benliğini önceleten bir gerçekçilikle olası. Geçicilik karşısında duyulan hüzün bunu talep etse de sonsuzca uzağın erişilmezliği üzerinden kurulamaz imgeler. Yakına gelmek, burada olmak ise her zaman bir eksikle yaşamak, diken üstünde oturmak demek. Bizi uzağın yaralarına merhem olmaya, uzaktakini “buraya, yanıbaşımıza” taşımaya yönlendiren ruh halini ve bilinç yapısını kurcalamanın şiiridir de Kılıçlaslan’ın yazdığı. Mısraları bir tarihi özetliyor, kan akıtarak can vererek dağılmaya  zorlanmış, belgeleri hasıraltı edilmiş bir tarihi; kasılmadan yapamayan bir sosyolojinin, hesaplı aktarımların algılayamadığı “özne” hallerini... Hesapsız kitapsız konuşmayı ancak şairden bekleyebileceğimiz zamanlarda tek bir mısra yüzlerce resmi tarih cildine değer olmalı.

 

İslamcı, uzak sevgisini tam bu açıdan Nerval misali romantik şairlerden öğrenmeye gönül indirmedi. Uzakları kurtarmayı vazife bilirken, oralarda kadar kurtarılma imkânına da inandı. Uzak, mümkün ve muhtemel ümmetin bir parçası. Yakın ise az buz olmayan bir zaman zarfında gariplik hissiyle dar edildi şaire. Parya yerine konuldu, kültür/sanat kamularının kenarlarına itildi. Uzak, bir kaçış alanı olduğu kadar imkân. Hayat başka bir yerde sürüyor, sürebilir.  Faniliği hissettiren mevsimde doğan, uzak sevdalara daha mı yatkın olur? Sarı kızıl yapraklar gökyüzündeki “muhtemelen bozulmuş olması gereken” uzak bahçelerden dökülürmüş  gibidir, Rilke’nin “Güz” şiirinde. Yeniden başlamak için uzak bir adrese,  “varıp gidip bir Şeyh’in elini tutma” emeline iliştiririz hayallerimizi; sonbahar rüzgârları. Bir adım sonrası kıştır çünkü, kar fırtınaları esecek. Bana ve “bize” ait masum, temiz, iyi kalmış ne varsa, kurtarılmayı bekleyen ve kurtaracak olan uzakta bir yerde olmalı. Bu sadece Osmanlı bakiyesi olmakla açıklanacak bir duyarlık değil. Londra’daki bir Arşiv Görevlisi de “Gariplerin Kitabı” oluşurken bir şeyhin elini tutmak üzere Kuzey Afrika’ya doğru yola çıkmamış mıydı...

Tolstoy’du, uzaktakine dönük sevgiyi “soyut insan sevgisi” olarak tanımlayan. Şimdi burada olup biten düne ve somut hayata,  aşka ve verilmiş söze, tutulmuş sözün hatırına hiç vefalı değil.  Kalemine akan mısralar istediği kadar uzağı çok uzağı, fersah fersah uzak sayılanı haber versin, ölüm anı gelip çatmayacakmış, kıyamet de hiç kopmayacakmış gibi yaşayıp gidenler, şairin kaynakların duru sularından sökülen mısralarını ancak ışıklı bir reklam tabelasının mesajına, bir ekran havasının ritmine karıştırıldığı, twitter penceresine sıkışabildiği ölçüde tanımaya hevesli. Ayrıca –Kristeva’nın “Samuraylar’da irdelediği şekilde- “uzak”  dar zamanlarda, kişisel bir açmazdan kurtulabilmek için kaçma isteğine karşılık gelen Mao’nun Çin’i de olabilir.

Yakındaki manzara kusurlu, aldatıcı, kayıp, tuzaklarla dolu. Tekasürlü yakarılar, manzarayı gözden ırak kılmanın öteki nedeni. Hem manzara dediğiniz de nedir ki, başka türlü bakmanın önünü alan bir şimdiki zaman büyüsü... Ayağımızı yerden kestikçe Da Vinci tarzında yalıtılmış, amaçlı manzaraya odaklanıyoruz. Yakına olan yabancılığımız koyulaşırken de uzaklara bağlıyoruz ümitlerimizi. Monna Rosa her zaman uzak bahçelerde, saf hakikat hâlâ uzaklarda bir yerde gelişmeyi sürdürüyor olmalı. 

Kılıçarslan şiirinde uzaklara dönük yüce özlemleri şimdiye ve buraya taşımamanın mazereti olamaz. “Uzak” bir bakıma “elinde olmayan dünya”yı bambaşka bir açıdan görme gereğine imanın metaforu. Kimisi sılayı da gurbeti de unutmak ister, şairin elinden gelmez bu.  Ontolojik olarak yersiz yurtsuzlukta ikamet arasa da  zulüm söz konusu olduğunda, uzağa taşınmanın yollarına düşüyor. Şiir için, umut için uzak, sorumluluğun da uzağı; bu yakını/yakınları nasıl etkiliyor peki? Şair için uzak, aynı zamanda alabildiğine somut, oyalayıcı dünya hayatının ötesine ilişkin işaretlerle dolu bir kitap.  Gerçekten sevmek ve sevilmek için, gerçek bir kurtarış için uzak, dumanı hiç sönmeyecek ana-ata ocağı.  Sılaya ve ahiret yurduna onun kapılarından geçerek erişilir sanki...

“Uzak” hem kurtarılacak olanın beldesi, hem de romantik İslamcının ayağını yerden kesen kurtarıcı uzam.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla yaşanan travma sonsuzca aynı şiddette süremezdi. Uzağı yakın kılma arzusunun sağladığı bir seferberliğin ardından, yakını lâyıkıyla yakın bilme zamanlarındayız. Şair uzağa ilişkin imgeleri tam şimdi yakın için yeniden yorumlama sorumluluğuyla yüz yüze: Kanlı sınırlar çizildi bize, bedenimiz kan sızdırıyor. İçimizdeki şimdiki zaman mazlumları, sınırın hemen öte yakasında süren çatışmalar... Onların şiiri nasıl yazılacak... Sezai Karakoç yakın çatışmalar için somut konuştu, “sen sadece şiir yaz” diye tepki gördü şiirlerinin okurları tarafından.  Şaire lâyık bulunmayan yakın, sıcak çatışmaların alanı, içimizi dağlamaya devam ediyor.

Kanlı sınırlar, yakınken yabancı kalanı, prosedürlerle uzağa itileni şimdi, buraya taşıdı. “Uzak” belirginleşen sorun ve talepleriyle artık burada, sınırın o yanı ve bu yanında; PYD, ÖSO,  Suriyeli muhacir aile ve İhvan’la mahallemizde, sokağımızda, evimizde. Arada mesafelerin tülü yok. İmgeler yeniden kuruluyor.

İslamcılık Sempozyumu’nda, Kılıçarslan’ın “Romantizmin Yeniden Keşfi” şiirine atıfla sorduğum soru aşağı yukarı şöyleydi: Duyarlıklarını uzak diyarlar üzerinden geliştiren İslamcı, ciddi sorularını da uzaklarla ilintili imgeler ve metaforlarla yakın için geliştirme yükümlülüğü altında değil mi artık? Daha ne kadar sürgünde ve parya muamelesinin gölgesinde yaşayacak...

AK Parti dolayımlı iktidar tecrübesi uzaklık-yakınlık konusunda aşina imge ve metaforları şaşırtıyor. Artık uzak daha yakın olmaya, yakın da “yabancı” muamelesinden kurtulmaya zorlanıyor. Bunun, “öz yurdunda parya olma” sorgulaması üzerinden şekillenen İslamcı duyarlığın ve zihnin konforunu sarsacak bir değişim olduğu açık. Kanlı sınırlar içeri doğru bastırıyor. Uzak ülkelere dönük haklı duyarlık, yakın gündemlerin sorunlarıyla sınanıyor.  Uzaktaki kurtarılacak olan mazlumu şimdi burada karşısında bulmanın şiiri, gerçekten nasıl etkilenecek, gerçeği nasıl etkileyecek...

“Uzaktan sevmeyi hep uzağı sevmek sanarak” alınmış yollar boşuna yürünmüş olmamalı.  Şiir yeniden başlamalı: Mazlumun aynadaki siması değişiyor. “Şark” demek her zamanki kadar netameli ve zorunlu. Güz mevsimine bir ay kaldı şunun şurasında. Şiir yeniden başlayabilir.

*ROMANTİZMİN YENİDEN KEŞFİ

saymadım. bu bilmem kaçıncısı olacak bu vişne tadını alışımın
bir kar yağacak, bir göle bakıp hisleneceğim
gece geç vakit acele acele bir şiir bulup unutacağım
böyle olacak romantizmi yeniden keşfim, böyle olacak vişnenin tadı

hem zaten ben sonbaharda doğmuş biri olarak
hep uzaktan sevmeyi hep uzağı sevmek sanarak
varıp gidip bir şeyh efendinin elini tutmadım mı
bir kaşık, bir çorba, yeterince ritmik yeterince tok
ve esnaftan biri olan babam bana hep romantizmi öğretmedi mi

öyleyse nedir keşfetmek istediğim
öyleyse nedir bu göle, bu karın yağışına bakıp

karın yağışı bende başlar: karın içinde bir şarklı şair gizli
şark dedim: oyuna yeniden başladım.

İsmail Kılıçarslan