Yemen’den Arap Körfezine, Atlantik okyanusu üzerindeki Mağrip ülkelerinden Irak’a, Ortadoğu, Sudan ve Mısır’a kadar birçok Arap ülkesinde büyük olaylar yaşanıyor. Bu olaylar birbiriyle bağlantısız görülüyor. Fakat eşzamanlı olmaları, aralarında ortak etkenlerin olduğu düşüncesini doğuruyor.
Etkenlerin başındaysa, modern Arap devletinin tüm alanlardaki başarısızlıkları sonucu yaşadığı trajedi geliyor. Bu trajedi, bu ülkelerin vatandaşına devletlerine olan bağlılıklarını kaybettirerek şiddete yöneltti.
Yemen’deki Kaide pususu, Irak’taki savaş, Lübnan’daki iç savaş, İskenderiye’de Kıpti kilisesindeki patlaması, Sudan’ın güneyinin ayrılması, Tunus, Cezayir ve Fas’taki gösteriler arasında ortak bir payda var. Bu payda, ulusal devletle vatandaş arasındaki bağın kopması. Ne bu ülkelerdeki otorite devlet otoritesi olduğunu düşünüyor, ne de vatandaş devletin vatandaşı olduğunu.
Ülkeler, yolsuzluk ve zulmün her çeşidine maruz kaldı. Az bir zümre zenginleşti. Vatandaş güce sahip olduğunu düşündüğünde de, bu gücü devlete karşı kullanmakta tereddüt etmedi.
Ömür boyu yöneticilik
İktidardakilerin tek uğraş alanı, ülkeiçi muhalif güçlerle siyaset ve güvenlik gücünü kullanarak nasıl mücadele edileceği konusunda. Yöneticiler siyasi reform yapmak isteyince ilk yaptıkları iş, kendilerini ömür boyu yönetici kılmak oluyor.
Tunus’ta ve daha önce Mısır ve Suriye’de yaşanan buydu. Belki Cezayir ve Yemen’de de yaşanabilir. Bütün bunlar yolsuzluk, kamu malından harcama ve zulümle birlikte gelmekte. Arap ülkelerinde eşzamanlı krizlerin patlak vermesiyle birlikte, halihazırdaki başarısız devletin sonunun başlama sürecine girdiği sonucu çıkarılabilir mi? Belki çıkarılabilir, ama bu sürecin sona ermesi, diğer bir sürecin daha parlak olacağını göstermez.
(Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 9 Ocak 2011)
Kaynak: Radikal