Arap baharını yaşayan ülkeler, Amerika ile olan iyi ilişkilerinin korunması noktasında açıklama yapmak için çok hevesliler. Fakat bu isteğin Washington'a olan vefa borcuyla veya Birleşik Devletler'in diktatör rejimlerin karşısında gerek siyasi baskı gerekse doğrudan müdahale yoluyla muhaliflerin tarafını tutmasıyla alakası yok. Bu, tamamen çıkarlar doğrultusunda özellikle mali ve askeri yardımlar noktasında Amerikan desteğinin devamına duyulan ihtiyaca bağlı.

İşte bu nedenle Mısır, Tunus, Libya ve Yemen'deki iktidarlar, başkentlerinde nahoş filme karşı şiddetlenen protestalarla arasına mesafe koyduğunu duyurdu. Hatta Amerikan varlığına bağlılıklarını göstermek ve ilişkilerini iyi tutmak için hem elçiliklere düzenlenen saldırılardaki sorumlulara karşı önlem alacaklarını, hem de Washington'un elçilerini koruyacaklarının garantisini verdiler.

Arap dünyasında ahlaksız filme karşı yapılan protestolar ise tam da bu ilişkileri etkileyecek düzeyde. Filmi Amerika ile stratejik savaşı çerçevesinde değerlendiren aşırıcı grup ve cemaatler kışkırtıcı açıklamalarda bulunuyor. Bununla birlikte El-Kaide'ye bağlı olan gruplar ile İran ve stratejik yardımcıları arasında ittifaklar kuruluyor. Ahlaksız filmden istifade edilerek oluşturulan bu ortaklık hiç şüphesiz Amerika ile yapılan savaşı kızıştırma niyetinde. Aynı şekilde ve belki de daha önemlisi, kurulan ortaklık, arap baharının yarattığı yeni gerçekliğin karşısında da duruyor. Özellikle kurulan yeni rejimlerin dayandığı demokrasi odaklı hedefler, seçim sandıklarına başvurma ve kanunlara dayalı devlet sistemi oluşturma hedefi bu ittifakı sağlamlaştırıyor.

Bu bağlamda protestolar ve onun provakatörleri iki gerçeği ortaya çıkarıyor. İlki, bu kışkırtıcıların demokrasi ve hürriyette anlayışından tamamen uzak olmaları. Kimisi bu anlayışta olanları "kafir"  olarak tanımlarken, kimisi daha ileri giderek şiddetle karşılık verilmesini savunuyor. İkincisi ise protestocuların genelde Batı'nın özelde de Amerika'nın müslümanlara karşı ürettikleri yeni bir senaryonun ürünü oldukları gerekçesiyle alenen yeni rejimlerin karşısında olmaları. Onlara göre tüm bunlar siyasal pratikte müslümanların özgürlüklerini, geçim kaynaklarını ve bazen de hayatlarını hedef alıyor.

İşte bu yüzden nahoş filmin getirdiği sorunla siyasi tutum arasında azami ölçüde bir tutarlılık var. Bu sorunun Müslümanların hassasiyetlerini alçaltması politik meselelerde dini savunma görevini ortaya çıkarıyor. Geçtiğimiz günlerde şiddetini artıran olaylar, El-Kaide'nin açıklamaları,çıkardığı ölüm fetvaları, Batı'nın çıkarlarını hedef alan gösterilere davet etmesi de işte bu noktadan anlaşılabilir.

Oluşturulan bu kampanyalar arap baharının yeni rejimleri için de büyük zorluklar ortaya çıkarıyor. Güvenlik sorunun devamı halinde diplomatik karargahları veya siyasi kurumları hedef alanları caydırmak için askeri güç kullanılabilir. Ayrıca bu durum istihbarat araçlarına başvurma yoluna geri dönmeye de yol açabilir.

Diğer taraftan bu iktidarlar kendilerini sükûneti kormak için de çalışıyor olarak görecekler. Belki de istismarı reddetmeye ne kadar istekli olduklarını ispatlamaya çalışacaklardır. Fakat İstismar kelimesinin anlamı gevşekliğini koruduğu müddetçe ve her alanda kullanıma açık olduğu sürece, siyasal anlamda muhalefet ve genel özgürlüklerin kısıtlanmasında kullanılabilecek yeni bir mevzuat çıkarma seçeneği de önlerinde duracaktır. Bu şekilde arap baharının bu yeni rejimleri bu tip kışkırtmalara düşerlerse halkına dikatatörizmden kurtulma sözünü verseler de eski iktidarların bir örneği olmaktan kurtulamayacaklardır.

Dünya Bülteni için El hayat Gazetesi'nden tercüme eden: Tuba Yıldız