Avrupa'daki Müslümanlar İslam'ın tıpkı Hitler Almanya'sı dönemindeki Yahudilik gibi düşman olarak görülmesinin sıkıntısıyla mücadele ediyorlar.

Müslümanlar, Müslüman olmaları sebebiyle zulme ve ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Avrupa'da rasyonellik, dinî ve kültürel çeşitliliğe saygı ve dünyanın bu çeşitliliğe çağrılması etrafındaki konuşmalara rağmen yaşlı kıta, geçen yüzyılın 30'larındaki faşizme ve Nazizm'e benzer bir ırkçılıkla karşı karşıya.

Görünen o ki bu durum, İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'nu büyük ölçüde rahatsız etmiş. İhsanoğlu, bu duruma işaret ederek 'Korkarım antisemitizmin, faşizm ve Nazizm'in yükselişinin yanı sıra önemli siyasi bir soruna dönüşmesiyle birlikte geçen yüzyılın 30'ların başlarına benzer şartlardan geçiyoruz. Benzer olgunun ilk dönemlerinde olduğumuzu düşünüyorum.' diyor. İhsanoğlu, Avrupa'da İslam ve Müslüman düşmanlığının, kıtadaki aşırılıkçı güçlerin ve sağın daha fazla oy elde etmek için anlamlar, fikirler ve semboller pazarında siyasi çekişme ve müzayede aracı olarak kullandığı siyasi bir ajandaya dönüştüğüne işaret ediyor.

Batı, Arap ve İslam dünyasında azınlıklardan, azınlıkların korunmasının gereğinden bahsederken kendisi Avrupa'da Müslümanların, bir Hıristiyan-Yahudi oluşumu Avrupa kültür oluşumuna entegrasyonundan bahsediyor. Entegrasyondan kasıt ise Avrupa'daki Müslümanların kendi kültürel, sosyal ve dinî kimliklerini farklı bir kimlik için bırakmaları. Bu ise insanın en önemli dinamiğine ve hakkına, yani inanç ve ibadet hakkına, inancını seçme özgürlüğü ve ibadetlerini yerine getirme hakkına pervasızca bir saldırıdır.

Yani Batı gözünü Avrupa kıtası dışına çevirdiğinde Arap ve İslam toplumlarına çeşitli ırkların, kültürlerin ve dinlerin mozaiği toplumlar olarak bakıyor. Dolayısıyla bu çeşitlilik Batı bakışı açısından fitne ve parçalanmanın başlıklarına dönüşüyor. Bu bakışa göre bir Arap milleti, Müslüman bir ümmet, Araplar veya İslam dünyasının bir siyasi coğrafyası bulunmuyor. Batı'nın kendi hukuk raporlarında, liderlerinin ve siyasilerinin açıklamalarında desteklediği coğrafya, azınlıklara, bu azınlıklara ait dünyalar, diller ve yeni kimlikler inşa etmeye yoğunlaşırken Avrupa'da, Batı dünyasındaki Müslümanların entegrasyonundan bahsediliyor.

Bugün Avrupa'da milyonlarca Müslüman'a kıtanın ulusal entegrasyonu önündeki sorun olarak bakılıyor. Ulusal entegrasyon, modası geçmiş ve kabul görmeyen bir düşünceye dayanıyor. Protestan bir rahibin kızı olan, Doğu Almanya'dan gelen ve üyelerinin çoğunluğu Katolik olan Hıristiyan Demokrat Partisi'nin liderliğini yapan Angela Merkel, Almanya'nın kültürel çeşitliliğe model olmakta açık ara başarısız olduğunu ifade ediyor. Ayrıca Almanya'nın binlerce yıl olmasa da yüzlerce yıldır Hıristiyan-Yahudilik değerleri taşıdığını belirtiyor. Merkel ve Alman liderler, İslam ve Müslümanların Almanya'nın Hıristiyan-Yahudi kimliği için bir tehdit oluşturduğuna işaret ediyorlar.

Özgürlüklerin ve aydınlanmanın başkenti Paris ve Fransa bağlamında ise oradaki Müslümanlar büyük bir sorunla, İslam düşmanlığının peçenin yasaklanması ve Fransa'daki kamusal alanlarda suç sayılması gibi girişimler kanalıyla kurumsallaşması sorunuyla mücadele ediyor. Keza İsviçre'deki minare yasağı da aynı şekilde. Dini ve kültürel bir davranışı kontrol altında tutma girişiminin kurumların ifade ettiği yasalara dönüşmesi, insanın din ve inanç özgürlüğüne saygı gösterilmesi gibi değerlerinin hafife alınmasını ve kurumların insana karşı bir baskı aracına dönüşmesini yansıtıyor. Oysa bu kurumlar insanın özellikle de davranışları, dinî ve insani özgürlüğüyle ilgili konularda hayatını kolaylaştırma araçlarıdır.

O halde özgürlük, Yahudi ve Hıristiyan Avrupalılar için. Avrupa'da yaşayan Müslümanların özgürlüğü ise namaz, mescit inşaatı hakkını sınırlayan, kendi kurumlarını baskı ve özgürlükleri daraltma araçlarına çeviren Batılı adamın üzerinde ağır bir yüke dönüşüyor. Avrupa kültürel çeşitliliğin adresi değil artık. Tek bir kültürel kimliğin adresi oldu. Dolayısıyla kendi hususiyetlerini ve kültürlerini dikkate almaksızın Müslümanlara Batı kültürü modelinin dayatılması, yeni Müslüman nesillerin aşırılığa kaymasına götürebilir. Halkçı ve kurumsal yapıya sahip muhafazakâr sağcı aşırılık, Müslümanlardaki aşırılıkçı dalgalara yol açabilecek tehlikenin adresidir. Arap ve İslam dünyasında anlamamız gerekli temel soru şu: Niçin Batı, Avrupa'daki Müslümanlara entegrasyon dayatırken Arap ve İslam dünyasındaki azınlıkları savunuyor, besliyor, kimlikler ve yeni stratejik dünyalar belirliyor?

Dr. Kemal Habib; Mısır Gazetesi El Mısriyyun, 9 Ocak 2011

Kaynak: Zaman